Dükkânımda boş boş duvarlara bakmayı sevmem, kitap okur, hiç olmazsa bir kelime fazla öğrenip bilgi dağarcığımı doldurmaya çalışırım.
DOSTÇA
GÜNCEMDEN!
ALAÇATI SOKAKLARI!
“Beldeler ve ilçeler medeniyetin aynasıdır.”
Sokaklar ise aynanın görünen yüzüdür.
Alaçatı, artık küçük değil. Kocaman caddeleri, bulvarları, parkları ve
kalabalık insan grupları ile bir kasabadır. Canlı, ışıl ışıl bir yeryüzü.
Elektrik kabloları yıllar önce yer altına alınmış. Altyapı tamam. Yaya yolları,
caddeleri, sokakları pırıl pırıl ve tertemiz. Yollar asfalt; sokaklar Arnavut
taşı döşeli. Yağmurlar çukurları doldurmuyor; insanlar çekinmeden yürüyor. Kuşlar korkmuyorlar; ağaçlara konup
kalkıyorlar. Belli aralıklarla cadde kenarlarında ağaçlar dikili. Beldemiz,
yemyeşil, begonvil ağaçları ile süslenmiş, rengârenk. Gelen yerli ve yabancı
konuklar, ellerinde fotoğraf makineleri, her ağaçtan, her çiçekten değişik
pozlar alıyorlar..O kadar çok gelen gelin ve damat var ki fotoğraf çekilebilmek için gelin ve damatlar
birbirleriyle yarışıyorlar. (Sanırsınız
ki Alaçatı sokakları, koskoca bir fotoğraf stüdyosu...)
Parklar ve bahçeler, güllerle, çiçeklerle kaplı. İnsanlar, kadın-erkek demeden,
hareketli.
Oyun bahçelerinde çocuklar neşe içinde. Cıvıl cıvıl çocuk ve kuş sesleri…
Yıllar önce böyle miydi.?
Çocukluğumun Alaçatı’sını düşünüyorum
da!.. Her şey ne kadar değişmiş. Alaçatı ne kadar ileri gitmiş?
Yıllar önce Alaçatı böylemiydi?
1980’li yıllara
kadar, ovalarımızdaki yağmur dereleri
yağmurların getirdiği toprak yığınlarıyla dopdoluydu. Caddelerdeki binaların
bahçe duvarları, yıkık, harabe gibiydi. Ben, bazı şehirleri gezip gördüğümde
bizim o şehirlere yetişmemiz için daha çok uzun yıllar olduğunu düşünürdüm; ama
bu günleri gördükçe içim içime sığmıyor. Görüyorum ki bizim de şehir yaşantımız
değişmekte!...
Caddelerde son marka arabalar. Kadınlarımız bu son model arabaları
kullanıyorlar. Mağazalar, alış-veriş merkezleri tıklım tıklım. Mahalle
bakkallarımızda, az sayıda olmakla beraber, ne ararsan var. “Yok” artık
defterden silinmiş. Ucuzluklar bile herkese ve her keseye hitap ediyor. Eskiden
düşünemediğimiz birçok ürün buralarda satılıyor. Sokaklar kalabalık. Her evden
bir veya birkaç kişi üniversite bitirmiş, iş sahibi. Eve ekmek ve para giriyor.
Kimse kimseye muhtaç değil. Herkes mümkün olduğunca işine kendi arabasıyla;
arabası yoksa motorsiklet ile gidip geliyor.
Bütün bunları görmek için Alaçatı sokaklarına bakmak yeterli.
Alaçatı sokakları “Medeniyetin Aynası” demek. Çağdaşlığın ve ilerlemenin
görünen yüzü demek. Bu beldede yaşayan insanlar, elbette geleceğe güvenle
bakıyorlar. Anneler, çocuklarını sevgi ile büyütüyor, besliyor ve okullarına
gönderiyorlar.
Bizler de şimdi, işte böylesine güzel bir kasabada yaşıyoruz.
Ne mutlu böyle sokaklarda yürüyenlere ve böyle güzel bir dünya kentinde
yaşayanlara!
(Şunu da unutmamak
gerekir diye düşünüyorum: Zaman yalnızca armutları olgunlaştırır; elbette kendi
kendine bugünlere ulaşmadı “Alaçatı Sokakları”…)
Kalın sağlıcakla
23/9//2013 yılında yazmış olduğum köşe yazım
ALAÇATI ANAYASASI
Alaçatı halkı turizmden önce tarımcılıkla geçimini sağlıyordu. Hurmalı Ovası, Çakmak Ovası, Liman Ovası daha isimlerini buradan saymakla bitmeyen çokça bereketli alanlara sahipti. Kış aylarında yemyeşil ekin tarlaları ovalara renk verirdi. Tarlanın sınır kıyısından geçerken ekinlere zarar vermemek için sürekli önümüze bakarak yürüdük. Yaz aylarında yine Tütün ve anason tarlaları yemyeşil bir görüntüye bürünürdü. Tütün ve Anason yetiştirmek çok meşakkatli bir işti. Alaçatı sokakları tütün satımı sırasında tütün balyalarıyla dolardı. Hele anason satımında anason ayıklama elek makinası çalışırken bütün sokaklar anason kokardı.
Alaçatı’da tarım 80’li
yıllarda son dönemlerini yaşadı. Sebze ve kavun ile geçimlerini sağlayan
aileler yakın bir tarihe kadar bunu sürdürdü. Kavun üretimi çok rağbetteydi 90’lı
yıllara kadar da çok iyi gidiyordu. Alaçatı Futbol sahası önüne tır kamyonları
gelir, Avrupa’ya kavun ihraç edilirdi. Doksanlı yıllardan sonra kavun üretimi
de yok denilecek kadar az hale geldi.
Doksanların sonlarına
doğru Alaçatı artık geçimini turizmden sağlamaya başladı. Önce evler pansiyon
olarak işletmeye başlandı. 1990 yılında Alaçatı Belediyesi Meclisi’nin
kararıyla önce Alaçatı sokakları, daha sonra da tüm Alaçatı SİT ilan edildi.
Anıtlar kurulundan izin almadan tadilat ruhsatı dahi alınamazdı. Evlerin dış
cephesi beyaz, pencereleri çivit mavi olması zorunluydu. Agrilya Körfezi’nin
başlangıcı olan yer Dünyanın iyi sörf yapılabilecek üç yerinden biri olarak
kabul görüyordu. Çark plajı yanında Bayblon ve Bedir Mevkii’nde bulunan koyda yer
alan Seaside isimli mekanlar dünyanın ve ülkemizin en ünlü müzisyenlerini
ağırlıyor, bu sanatçıların verdikleri konserlerle Alaçatı adından bolca söz ettiriyordu.
Benim de meclis üyeliği yaptığım yıllar olan 1989-1994 yılları Alaçatı’nın
yıkık duvarları onarıldı ve tüm sokaklar Arnavut kaldırımları ile döşenmişti.
Doksanlı yıllardan sonra artık Alaçatı’ya gelen kültürlü aileler bilhassa
kadınlar, satın aldıkları evleri Butik Otel adı altında işletmeler başladı. Çok
kıymetli insanlar kurallara uyarak Alaçatı’nın çıtasını yükseltmek için çok
çalıştılar ve de başarılı oldular. Yazımın başlığına gelirsek “Alaçatı Anayasası”
başlıca şu maddelerden oluşuyordu:
· Bina
duvarları kireç beyaz ve pencereler mavi.
· Motorlu
taşıtlar belirli caddelere giremeyecek.
· Dükkan
önünde bulunan tente şemsiye vb. krem rengi olacak.
· Plastik
Masa - sandalye kullanılmayacak.
· Işıklı
reklam tabelaları kullanılmayacak, ahşap tabelalar 50x40 olacak.
· Alaçatı
sınırları içerisinde Canlı müziğe müsaade edilmeyecek.
· Yüksek
volümlü müzik olmayacak.
Belediye Meclisi ile Turizm
Derneği birlikte karar verilmişti bu kurallara. Hiçbir işletmeci de karşı
gelmiyordu. Kadın işletmecilerin çoğunlukta olduğu o dönemde esnaf bu kararları
hep birlikte uyguluyordu.
2024 yılının 31 Mart’ında
Cumhuriyet Halk Partisi’nin başkan adayı Sayın Lâl Denizli nasip olur da kazanırsa Alaçatı’yı umarım fabrika ayarlarına
döndürür. Çeşme’ye kadın eli değsin çok istiyorum.
Bu arada seçim sloganını da çok sevdim: “Çeşme kazanacak”
Kalın sağlıcakla…
CHP’DE ADAY BELİRLE(NEME)MESİ
Sizleri eski günlere götürmek isterim. Cumhuriyet Halk Partisi’nin tüzüğünde aday belirleme maddesi vardı. milletvekilleri, belediye başkanları, meclis üyelerini; kongre ve ön seçim delegeleri seçerdi. Değişim ile seçilen Genel Başkanı ve Parti Meclisi üyeleri aday adayları ön seçimle belirleyecek sözü verdiler. Birkaç il ve ilçede uygulandı gibi görünse de partili üyelerin gazı alınmak üzere uygulandı.
1989 seçimleri
yapılıyordu. Cumhuriyet Halk Partisi adayların belirlenmesini parti delegeleri
karar vereceklerdi.1989 yılında Alaçatı Belediyesi’ne üç aday müracaat etmişti.
Remzi Özen (Emekli Vali), Hikmet Dikmen (Beden Eğitimi Öğretmeni), Yakup
Deliboz (Avukat). Bu üç aday adayı yarıştılar. Önseçim günü Sosyal Demokrat
Halkçı Parti Kurucu Parti meclis üyemiz Rahmetli Atilla Sav Divan Kurulu
Başkanlığı’nda önseçim ve kongre delegelerinin oylarıyla Remzi Özen’i Belediye
Başkan adayı olarak belirlediler. Ben de Sosyal Demokrat Halkçı Parti Alaçatı
Belde Teşkilatı’nın kurucu başkanıydım. Önseçimlerden önce üç saygıdeğer
adaylarımızla ayrı ayrı mülakat yapmıştık. O yıllarda yaşayanlar çok iyi anımsayacaklardır.
Bugün ise Cumhuriyet Halk Partisi Çeşme İlçe Başkanı koltuğunda oturan arkadaş Parti
Genel Merkezine aday adayı olan kişiyle birlikte gitmiş, seçimde taraf
olduğunun kanıtı olsun diye de Parti sözcüyle bir de fotoğraf verilmiş.
Hadi gönlünde bir aslan vardı
da bu arkadaşı çok seviyorsun diyelim. Herkesin gönlünde zaten çok sevdiği
başarılı olacağı bir adayı var. Bunu açık açık niye yapıyorsunuz ki? İlçe başkanının
tarafı olmamalı. Diğer belediye başkanı aday adayı olan arkadaşlarını neden yok
sayıyorsun?
Cumhuriyet Halk Partisi
değişimci yönetimi bundan sonra önseçimi üyeler ile yapılmasını istiyor. Seçime
iki buçuk ay kala başta İzmir olmak üzere birçok ili halen belirleyemedi. Bugün
medyada bir İstanbullu olan ikinci adaydan söz ediliyor. Genel Başkan sayın
Özgür Özel medyada “Türkiye’nin amiral gemisi” dediği İzmir’i sona bırakacağız
demesine bir anlam veremiyor İzmir seçmeni.
Sayın Genel Başkan bir an
önce İzmir’in adaylarını belirleyin. İzmir seçmenini yormayın artık. Yeterince
yorulduk artık yeter…
ÖMER
ÖNAL
ÜLKEMİZ NEREYE GİDİYOR?
Yaşlılardan öğrendiğimiz, elini burnunun üstüne getirip stres ve sıkıntısını göstermek için “Burama kadar geldi” derlerdi ya. Bugün gerçekten yaşam sıkıntımız buramıza kadar geldi. Yeter artık geçim sıkıntımıza mı, yoksa ülkemizdeki terör sorunlarına ve gün aşırı aldığımız şehit haberlerimize mi üzülelim? Halkımızın psikolojik sorunları tavan yapmış durumda. Hayat pahalılığı almış başını gidiyor. Bir bardak çay 15 Lira olmuş, bir kumru 150 TL, bir kâse çorba 130 TL, ekmek desen 10 TL. Kimse dur demiyor. Emekli maaşları halâ sürüncemede. Ne kadar olacağını sarayın başkanı karar verecekmiş. Emeklilerin kaç para maaş alacağını tek adam karar veriyor. Tek adam rejiminin olmayacağını uyarmalarına rağmen halkımız onaylarsa olacağı budur zaten.
Çeşme ve Alaçatı
mahalleleri 365 gün Turizm dese de maalesef bu da gerçekleşmedi. Esnaf şu anda
emeklilerden beter durumda. Belediye Başkanı bir daha aday olabilmesi için
bütün mesaisini ya Ankara’da ya da Genel Başkan nereye giderse peşinde. Çeşme
sorunlarıyla yine halkımız yalnız başına bir şeyler yapmaya çalışıyor ama
nereye kadar? Cumhuriyet Halk Partisi’nde bir türlü aday adaylarını açıklamakta
gecikiyor. Bir an önce açıklasa da herkes işine baksa. Bir belediye başkanı beş
yıl boyunca görev yapıp yaptığı icraatlarından övünüyorsa neden bir daha
seçilmesi için araya adamlar koyup seçilme kaygısı yaşar? Eğer sen çok doğru
işler yaptığını düşünüyorsan zaten seni yarım kalmış projelerini görür ve
tekrar zaten seni işlerini tamamlamak için tekrar aday olacağından şüphe
edersin ki? Yaptıklarından şüphen mi var? Maksadın nedir? İlçeni bırakıp genel
merkezi bir rahat bırakmıyorsun. Belki senden sonra daha güzel icraatları
olacak kişilerin önünü açmak istemiyorsun. Her aday adayını daha güzel
Çeşme’miz için daha çok hikayelerin olan insanların önünü tıklıyorsun. Ben yeni
adaylarımızın Çeşme’ye daha güzel katkı koyacaklarını ve daha iyi yöneteceklerini
düşünüyorum.
Devamı gelecek…
Kalın sağlıcakla!
Cumhuriyet Gazetesi
Cumhuriyet Gazetesi bu hafta ‘Bir Zamanlar Alaçatı’da’ kitabına yer verdi
Cumhuriyet Gazetesi’nin her perşembe yayınladığı Cumhuriyet Kitap’ta bu hafta Alaçatı’nın değerli ismi, Alaçatı Kitabevi’nin sahibi Ömer Önal’ın belgesel değeri olan ‘Bir Zamanlar Alaçatı’da’ kitabına yer verildi.
Cumhuriyet Gazetesi Kitap’ta Ömer Önal ve Kitabı ‘Bir Zamanlar Alaçatı’da” kitabı ile ilgili şu bilgilere yer verildi;
“Çeşme Alaçatı’da doğmuş 26 yıl burada terzilik yaptıktan sonra 1969 yılından bu yana 34 yıldır yine Alaçatı’da Dost Kitabevini yöneten Ömer Önal’ın kitabı Bir Zamanlar Alaçatı’da kitabı (Ceres Yayınları) raflarda yerini aldı.
Kitap bir bakıma küçük ve sakin bir köyden şimdilerde en önemli tatil ve eğlence merkezi haline gelen Alaçatı’nın öyküsü, belgeseli.
Kitapta sadece terzi Ömer Usta’nın Dost Kitabevi yöneticisi Ömer Önal’ın yaşamı değil, Alaçatı’nın kültürel, sosyolojik ve turistik gelişimi de yer alıyor.
Alaçatı’nın doğal ve kültürel varlıklarının korunması, Alaçatı’nın her inancı, her düşünceyi kucaklayan düşünce yapısını sürdürmesi Ömer Önal’ın en önemli hedefi. Yerel politikanın da içinde yer alan Ömer Önal Bir Zamanlar Alaçatı’da kitabında, CHP mahalle delegeliğinden, belediye meclis üyeliğine ve belediye başkan vekilliğine uzanan anılarıyla, Türkiye’nin yerel düzeydeki siyasal yaşamına da ışık tutuyor.
Ömer Önal 2004 yılından bugüne 10 yıldır Alaçatı gazetesinde köşe yazıları da yazıyor. 320 sayfalık kitabı tüm bu bağlamlarda 60’a yakın öykü tadında yazılarından ( Çocukluk, Alaçatı’nın Gelişmesi, Alaçatı’da Yaşam, Eskiye Özlem, Merdivenli Koyu, Alaçatı’nın Değirmenleri vb.) oluşuyor.
Bir Zamanlar Alaçatı’da, Ömer Önal’ın kaleminden Alaçatı’nın mimari dokusuna, tarihine, kültürüne, çevresine, değerlerine sahip çıkılması için belgesel değeri olan bir kitap.”
ÇEŞME'DE CİNAYETİ GÖRDÜM
ÇEŞME'DE CİNAYETİ
GÖRDÜM!
Gazeteci yazar Ayşe hür, Uzunluyu da 1941 yılında
yaşanan cinayeti kaleme almış. Aynı Cinayeti de Önceki dönem CHP Milletvekili
ve İzmirli yazarımız Kemal anadol KASIRGA “Area” adlı romanında yaşanmış
cinayeti romanında anlatmış. Küçükken de bu cinayeti büyüklerimden birkaç kez dinlemiştim.
Yazarımız Ayşe Hür hikayeyi noktasına ve virgülüne dokunmadan siz değerli
okurlarımla paylaşmak istedim.
Bir yazı için gazete
taraması yaparken İzmir'in ünlü Yeni Asır gazetesinde karşıma çıkan korkunç bir
katliam haberi ile sarsıldım. Maksadım sizi de üzmek değil sadece hikayesini
anlatacağım adsız kurbanları bir nebze de olsa onurlandırmak...
Yer İzmir. Tarih 9 Ekim
1941... 14'ü erkek, biri kadın 15 Rum Çeşme'de karaya çıkarlar. Muhtemelen
Sakız veya onun dibindeki Karyot adası halkındandırlar. Nasıl geldikleri
bilinmez, belki sandallarla, belki yüzerek... Niye geldikleri de bilinmez, ama
tahmin edilebilir. İkinci Dünya Savaşı sırasında İtalyanların ve Almanların
çift taraflı ablukaya aldığı Ege adalarında yaşamak o yıllarda son derece
güçleşmiştir. Ada halkları hapislik, kötü muamele ve açlıkla karşı
karşıyadırlar. Muhtemelen bizim adsız sığınmacılar da Çeşme'de veya daha
içerlerde güvenli bir dama ve bir kaç parça kuru ekmeğe ulaşmak için göze
almışlardır bu riskli yolculuğu.
Onları son gören, dağda
hayvan otlatan Bodur Hüseyin ve oğludur. Daha sonra anlatacağı üzere, Hüseyin'e
göre kadın 20 yaşlarında esmer güzelidir, aynı yaşlarda kıvırcık saçlı bir
gençle pek yakın görünmektedir. Diğerlerinin yaşı 25 ila 45 arasında görünmektedir.
Bodur Hüseyin ve oğlu
Taşçukuru mevkiindeki damlarında sığınmacıları konuk ederler ve kuru
ekmeklerini onlarla paylaşırlar. Sığınmacıların içi ümitle dolmaya başlamıştır.
Halbuki Hüseyin bir yandan oğlunu Çeşme'nin Barbaros Bucağı'ndaki Karakol'a
göndermiştir bile.
Karakol Komutanı Onbaşı Adem
Yılmaz, hemen Bucak Müdürü Mahmut Baştup'a uçurur haberi. Bucak Müdürü, daha
geçenlerde Çeşme Kaymakamı'ndan zılgıt yemiştir benzer bir olayda. Yanına
Onbaşı Adem'i, iki jandarma erini, iki de kır bekçisini alıp Bodur Hüseyin'in
damına seğirtir.
Sığınmacılar sevinç içinde
gelenlerin ayaklarına kapanırlar, çünkü ilticalarının kabul edildiğini
sanmışlardır. Halbuki Bucak Müdürü'nün kendileri için hiç de iyi planları
yoktur. Jandarma ve bekçiler 11 erkeği iple bağlarlar, üç erkeğe kelepçe
takarlar, kıza tedbir alınmaz neyse ki... Kafile güya sınırdışı işlerinin
yapıldığı sahil mevkiine doğru yola çıkarılır. Ama yolda birden yön
değiştirilir ve Kıran Dağı'na sapılır. Bir süre yürüdükten sonra Bucak Müdürü
askerlere emri verir: Hepsini vurun!
Jandarma erlerinden Mehmet
Kınık "ben oruçluyum, bu mübarek günde bırakın adamı bir kuş bile
vuramam!" der ve kenara seğirtir. Ama diğerleri onun kadar cesur değildir.
Genç Rum kızı hariç 14 Rum erkeği kurşuna dizilir. Genç kız çıldırmış gibi saçını
başını yolarken önce Bucak Müdürü, sonra askerler, sonra Bodur Hüseyin ve oğlu
sırayla kıza tecavüz ederler. Sonra bir el silah sesi duyulur. Genç kız da
öldürülmüştür.
Müdür delil bırakmak istemez
elbette. Çeşme'den gaz getirilir ve cesetler bir kuyuda yakılmaya çalışılır.
Ama yakla işlemi başarısız olur, bunun üzerine bir çukura gömerler ölüleri.
Ondan sonra hiçbir şey olmamış gibi herkes görevine veya evine gider. Ertesi
günlerde de "15 kaçak varmış buralarda" diye numaradan aramalara
katılırlar.
Aradan iki yıl geçer. 1943
yılının Mayıs ayında "fısıltı gazetesi" devreye girer, Yeni Asır
gazetesinden Rauf Lütfü Aksungur işin peşine düşer, sorguda birer birer çözülür
failler. Nihayet 29 Mart 1944 günü sekiz zanlı mahkemeye çıkarılırlar. İzmir
Adliye'nin önü miting alanına döner...
Dava kısa sürer, karar 2
Nisan 1944 günü açıklanır: Bucak Müdürü Mahmut Baştup ile Karakol Komutanı
Onbaşı Adem Yıldız idam cezasına çarptırılır. "Oruçluyum, kuş bile
öldüremem" diyen Mehmet Kınık beraat eder. Diğer sanıklar önce idama sonra
hafifletici sebeplerden (cinayetleri ve tecavüzü emirle yaptıklarından) dolayı
30'ar yıla mahkum edilirler. İnfazlar 2 Temmuz 1945 Pazartesi günü sabaha karşı
Konak Meydanı'nda gerçekleştirilir. Demek ki adalet duygusuna sahip yargıçlar
varmış o zamanlar...
Katillerin adı bilinir ama
maktullerin adı hiçbir zaman öğrenilemez. Mülteci düşmanlığı ile Rum
düşmanlığının, devlet şiddeti ile eril şiddetin birbirini beslediği bu trajik
hikayenin tarihsel kökleri çok eskiye gider elbette.
Benden Selâm Söyle
Anadolu’ya isimli anı-romanın, bugünkü adı Şirince olan, o dönemin
Kırkıca’sında yaşamış Yunanlı yazarı Dido Sotiriyu, Cihan Harbi arifesinde ve
savaş sırasında, ardından Milli Mücadele yıllarında iki tarafın hatalarını
eşitleyerek açıkyüreklilikle şöyle sayar döker:
“Yeknesak çan sesleri
işitiyorum. Devenin o yumuşak, o edalı yürüyüşüne işarettir bu çan sesleri!
Hörgücünde üzüm küfeleri, kuru incir sandıkları ve zeytin çuvalları, pamuk ve
ipek balyaları ve şarap fıçıları taşıyıp gelen devenin! Deveci heyyy! (…) Şevket!
Tanımadın mı yoksa beni? Ben senin dostun… ben senin arkadaşın! Yıllarca
birlikte gülüp, beraber ağladık… Ne yapıyorsun Şevket? Ah Şevket, Şevket! Vahşi
birer hayvan kesildik! Karşılıklı hançerledik, paramparça ettik yüreğimizi!
Durup dururken!.. Ve sen… Kör Mehmed’in damadı. Hele sen! Niye öyle tiksinerek
bakıyorsun yüzüme? Öldürdüm evet seni, ne olmuş! Ve işte ağlıyorum… Sen de
öldürdün! Kardeşler, dostlar, hemşeriler… Koskoca bir kuşak, durup dururken
katletti kendi kendini!… Bütün bu çekilen acı, kötü bir rüya olsaydı ah! Ve
yanyana, omuz omuza verip yürüseydik tarlalara doğru yeniden! Saka kuşlarının
türküsüyle şenlenen ormanlara doğru yürüyebilseydik! Ve her birimizin sevdiceği
kendi kolunda, çiçeklere bürünmüş kiraz bahçelerinden gülümseyerek çıkıp,
yanyana eğlenmek üzere, şenlik meydanlarının yolunu tutabilseydik! … Anayurduma
selam söyle benden Kör Mehmed’in damadı! Benden selam söyle Anadolu’ya…
Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin… Ve kardeşi kardeşe kırdıran
cellatların, Allah bin belasını versin!…”
GÜNCEMDEN!
Dükkânımda boş boş duvarlara bakmayı sevmem, kitap okur, hiç olmazsa bir kelime fazla öğrenip bilgi dağarcığımı doldurmaya çalışırım. 11 Kas...
-
Ana Sayfa GÜNDEM Cumhuriyet Gazetesi bu hafta ‘Bir Zamanlar Alaçatı’da’ kitabına yer verdi Cumhuriyet Gazetesi bu hafta ‘Bir Zamanlar A...
-
Alaçatı halkı turizmden önce tarımcılıkla geçimini sağlıyordu. Hurmalı Ovası, Çakmak Ovası, Liman Ovası daha isimlerini buradan saymakla bit...
-
Yaşlılardan öğrendiğimiz, elini burnunun üstüne getirip stres ve sıkıntısını göstermek için “Burama kadar geldi” derlerdi ya. Bugün gerçekte...