GÜNCEMDEN!

Dükkânımda boş boş duvarlara bakmayı sevmem, kitap okur, hiç olmazsa bir kelime fazla öğrenip bilgi dağarcığımı doldurmaya çalışırım.

11 Kasım Cumartesi günü, tatil için Alaçatı’ya gelmiş olanlar, sohbet ederek dükkânın önünden geçiyorlar. Dükkânın dışındaki kitap rafım açık olmasına rağmen, kimse kitaplara bakmıyor. İnsanlar kendi aralarında sohbet ederek yoldan geçiyorlardı.
Kitap okumaktan gözlerim sulanmaya ve kaşınmaya başladı. Okumakta olduğum kitabımın arasına kitap ayracımı koydum. Dükkân içinde gözlerimi ovuşturduktan sonra raftaki kitaplarıma baktım, arada kollarımı başımın üstüne getirip gerildim. Sonra da dükkânın içinden kendimi sokağa attım.
Gökyüzüne baktım. Mavi gökyüzünde beyaz ve gri bulutlar birbirlerine sarılarak tekrar ayrılıyorlardı. Dakikalarca öylece onları izledim. Saat onatlıyı gösteriyordu. Sabahtan beri siftah yapmamıştım, dükkânımın kapısını kapadım. Mahalle dışına bir yerlere gitmek istedim. Eşime seslendim “Hadi hazırlan, gidelim” dedim. Eşim; “Nereye gidiyoruz ?” diye sordu.
“Yüreğimiz nereye götürürse oraya gideriz” dedim.
Yüreğimiz bizi Ildırı köyüne götürdü. Ildırı köyünde deniz kenarına oturduk. Burada güneşin batışını izlemek istedim. Ildırı da güneşin batışı bir başka görünüyor. Fakat, güneşin kavuşmasına birkaç saat vardı.
Denizin küçük dalgalarının kıyıya vuran sesini dinledim. Başımı yukarıya kaldırıp, boş boş mavi gökyüzüne baktım. Sanki geleceğe dair bir cevabı orada bulacakmışım gibi. Yâ da güzel bir hayalin içine düşerim diye bekliyorum.
Şimdi bilinçaltıma yahut çocukluğuma inip sebebini bulmaya ne takatim ne de hevesim var. Oysa bugünlerde istediğim tek şey, okumak. Günler, belki aylar süren bir okuma sevgisi. Okumak dileğim olmazsa, yazmalıyım. Ama hiç durmadan. Bilgisayarımda yâ da kurşun kalemimle defterime yazdığım gibi. Daha fazla. Sayfalarca ve kilometrelerce mesela.Okumak, yazmak da olmazsa hiç yaşamayayım zaten.
Ben bunları düşünürken karşımıza 5-6 tane ördek yaklaştı, yanımıza kadar geldiler. Ördeklerin çıkarttıkları ses sanki bana bir şeyler söyleyecekmiş gibi. Ördeklere bak. Arkadaşlar ben buraya dükkânımı kapatıp geldim. Sizler beni burada dertli görüp de yanımıza mı geldiniz?.
Onlara derdimi anlattım: “Arkadaşlar. İnsanlar sabahtan beri dükkânımın önünden geçerler ve hiç birisi kitaplara bakmazlar. Birkaç tanesi baksa da, ‘Hadi boş ver şimdi kitabı, evde bin tane okumadığın kitap var. Önce onları oku, bitir. Sonra alırız’ diyenler de oluyor tabi. Bin tane okunmamış kitapları varmış!” Ördekler, vak vak vak diye bir şeyler söylediler ama ben anlayamadım.
Güneşin batışı yaklaştıkça hüznüm artmaktaydı. Bir yolculuğa çıkıyormuşum duygusu ağır basmaya başlamıştı. Güneş yavaş yavaş kavuşuyordu. Deniz ve gökyüzü kızıl rengini almıştı. Alacakaranlıktan sonra gökyüzü yıldızlarla süslenmekteydi. Yalnızlığıma yol arkadaşım eşlik ediyordu. Bir duble rakı istedim. Bir sigara da yaktım. Gökyüzüne ve yıldızlara bakarak mehtabı seyrederek biraz rahatlamıştım..... Sonra ver elini evimiz…
Kalın sağlıcakla…..
17 Kasım 2017 Cuma günü yazılmıştır

ALAÇATI SOKAKLARI!

“Beldeler ve ilçeler medeniyetin aynasıdır.”

Sokaklar ise aynanın görünen yüzüdür.
Alaçatı, artık küçük değil. Kocaman caddeleri, bulvarları, parkları ve kalabalık insan grupları ile bir kasabadır. Canlı, ışıl ışıl bir yeryüzü.
Elektrik kabloları yıllar önce yer altına alınmış. Altyapı tamam. Yaya yolları, caddeleri, sokakları pırıl pırıl ve tertemiz. Yollar asfalt; sokaklar Arnavut taşı döşeli. Yağmurlar çukurları doldurmuyor; insanlar çekinmeden  yürüyor. Kuşlar korkmuyorlar; ağaçlara konup kalkıyorlar. Belli aralıklarla cadde kenarlarında ağaçlar dikili. Beldemiz, yemyeşil, begonvil ağaçları ile süslenmiş, rengârenk. Gelen yerli ve yabancı konuklar, ellerinde fotoğraf makineleri, her ağaçtan, her çiçekten değişik pozlar alıyorlar..O kadar çok gelen gelin ve damat var ki fotoğraf  çekilebilmek için gelin ve damatlar birbirleriyle  yarışıyorlar. (Sanırsınız ki Alaçatı sokakları, koskoca bir fotoğraf stüdyosu...)
Parklar ve bahçeler, güllerle, çiçeklerle kaplı. İnsanlar, kadın-erkek demeden, hareketli.
Oyun bahçelerinde çocuklar neşe içinde. Cıvıl cıvıl çocuk ve kuş sesleri…
Yıllar önce böyle miydi.?
Çocukluğumun Alaçatı’sını  düşünüyorum da!.. Her şey ne kadar değişmiş. Alaçatı ne kadar ileri gitmiş?
Yıllar önce Alaçatı böylemiydi?


1980’li yıllara kadar,  ovalarımızdaki yağmur dereleri yağmurların getirdiği toprak yığınlarıyla dopdoluydu. Caddelerdeki binaların bahçe duvarları, yıkık, harabe gibiydi. Ben, bazı şehirleri gezip gördüğümde bizim o şehirlere yetişmemiz için daha çok uzun yıllar olduğunu düşünürdüm; ama bu günleri gördükçe içim içime sığmıyor. Görüyorum ki bizim de şehir yaşantımız değişmekte!...
Caddelerde son marka arabalar. Kadınlarımız bu son model arabaları kullanıyorlar. Mağazalar, alış-veriş merkezleri tıklım tıklım. Mahalle bakkallarımızda, az sayıda olmakla beraber, ne ararsan var. “Yok” artık defterden silinmiş. Ucuzluklar bile herkese ve her keseye hitap ediyor. Eskiden düşünemediğimiz birçok ürün buralarda satılıyor. Sokaklar kalabalık. Her evden bir veya birkaç kişi üniversite bitirmiş, iş sahibi. Eve ekmek ve para giriyor. Kimse kimseye muhtaç değil. Herkes mümkün olduğunca işine kendi arabasıyla; arabası yoksa motorsiklet ile gidip geliyor.
Bütün bunları görmek için Alaçatı sokaklarına bakmak yeterli.
Alaçatı sokakları “Medeniyetin Aynası” demek. Çağdaşlığın ve ilerlemenin görünen yüzü demek. Bu beldede yaşayan insanlar, elbette geleceğe güvenle bakıyorlar. Anneler, çocuklarını sevgi ile büyütüyor, besliyor ve okullarına gönderiyorlar.
Bizler de şimdi, işte böylesine güzel bir kasabada yaşıyoruz.
Ne mutlu böyle sokaklarda yürüyenlere ve böyle güzel bir dünya kentinde yaşayanlara!

(Şunu da unutmamak gerekir diye düşünüyorum: Zaman yalnızca armutları olgunlaştırır; elbette kendi kendine bugünlere ulaşmadı “Alaçatı Sokakları”…) 

Kalın sağlıcakla

23/9//2013 yılında yazmış olduğum köşe  yazım

ALAÇATI ANAYASASI

Alaçatı halkı turizmden önce tarımcılıkla geçimini sağlıyordu. Hurmalı Ovası, Çakmak Ovası, Liman Ovası daha isimlerini buradan saymakla bitmeyen çokça bereketli alanlara sahipti. Kış aylarında yemyeşil ekin tarlaları ovalara renk verirdi. Tarlanın sınır kıyısından geçerken ekinlere zarar vermemek için sürekli önümüze bakarak yürüdük. Yaz aylarında yine Tütün ve anason tarlaları yemyeşil bir görüntüye bürünürdü. Tütün ve Anason yetiştirmek çok meşakkatli bir işti. Alaçatı sokakları tütün satımı sırasında tütün balyalarıyla dolardı. Hele anason satımında anason ayıklama elek makinası çalışırken bütün sokaklar anason kokardı.

Alaçatı’da tarım 80’li yıllarda son dönemlerini yaşadı. Sebze ve kavun ile geçimlerini sağlayan aileler yakın bir tarihe kadar bunu sürdürdü. Kavun üretimi çok rağbetteydi 90’lı yıllara kadar da çok iyi gidiyordu. Alaçatı Futbol sahası önüne tır kamyonları gelir, Avrupa’ya kavun ihraç edilirdi. Doksanlı yıllardan sonra kavun üretimi de yok denilecek kadar az hale geldi.

Doksanların sonlarına doğru Alaçatı artık geçimini turizmden sağlamaya başladı. Önce evler pansiyon olarak işletmeye başlandı. 1990 yılında Alaçatı Belediyesi Meclisi’nin kararıyla önce Alaçatı sokakları, daha sonra da tüm Alaçatı SİT ilan edildi. Anıtlar kurulundan izin almadan tadilat ruhsatı dahi alınamazdı. Evlerin dış cephesi beyaz, pencereleri çivit mavi olması zorunluydu. Agrilya Körfezi’nin başlangıcı olan yer Dünyanın iyi sörf yapılabilecek üç yerinden biri olarak kabul görüyordu. Çark plajı yanında Bayblon ve Bedir Mevkii’nde bulunan koyda yer alan Seaside isimli mekanlar dünyanın ve ülkemizin en ünlü müzisyenlerini ağırlıyor, bu sanatçıların verdikleri konserlerle Alaçatı adından bolca söz ettiriyordu. Benim de meclis üyeliği yaptığım yıllar olan 1989-1994 yılları Alaçatı’nın yıkık duvarları onarıldı ve tüm sokaklar Arnavut kaldırımları ile döşenmişti. Doksanlı yıllardan sonra artık Alaçatı’ya gelen kültürlü aileler bilhassa kadınlar, satın aldıkları evleri Butik Otel adı altında işletmeler başladı. Çok kıymetli insanlar kurallara uyarak Alaçatı’nın çıtasını yükseltmek için çok çalıştılar ve de başarılı oldular. Yazımın başlığına gelirsek “Alaçatı Anayasası” başlıca şu maddelerden oluşuyordu:

·       Bina duvarları kireç beyaz ve pencereler mavi.

·       Motorlu taşıtlar belirli caddelere giremeyecek.

·       Dükkan önünde bulunan tente şemsiye vb. krem rengi olacak.

·       Plastik Masa - sandalye kullanılmayacak.

·       Işıklı reklam tabelaları kullanılmayacak, ahşap tabelalar 50x40 olacak.

·       Alaçatı sınırları içerisinde Canlı müziğe müsaade edilmeyecek.

·       Yüksek volümlü müzik olmayacak.

Belediye Meclisi ile Turizm Derneği birlikte karar verilmişti bu kurallara. Hiçbir işletmeci de karşı gelmiyordu. Kadın işletmecilerin çoğunlukta olduğu o dönemde esnaf bu kararları hep birlikte uyguluyordu.

2024 yılının 31 Mart’ında Cumhuriyet Halk Partisi’nin başkan adayı Sayın Lâl Denizli nasip olur da  kazanırsa Alaçatı’yı umarım fabrika ayarlarına döndürür. Çeşme’ye kadın eli değsin çok  istiyorum. Bu arada seçim sloganını da çok sevdim: “Çeşme kazanacak

Kalın sağlıcakla…                                                                                                                                                                                                                                                                                                     

 

CHP’DE ADAY BELİRLE(NEME)MESİ

Sizleri eski günlere götürmek isterim. Cumhuriyet Halk Partisi’nin tüzüğünde aday belirleme maddesi vardı. milletvekilleri, belediye başkanları, meclis üyelerini; kongre ve ön seçim delegeleri seçerdi. Değişim ile seçilen Genel Başkanı ve Parti Meclisi üyeleri aday adayları ön seçimle belirleyecek sözü verdiler. Birkaç il ve ilçede uygulandı gibi görünse de partili üyelerin gazı alınmak üzere uygulandı.

1989 seçimleri yapılıyordu. Cumhuriyet Halk Partisi adayların belirlenmesini parti delegeleri karar vereceklerdi.1989 yılında Alaçatı Belediyesi’ne üç aday müracaat etmişti. Remzi Özen (Emekli Vali), Hikmet Dikmen (Beden Eğitimi Öğretmeni), Yakup Deliboz (Avukat). Bu üç aday adayı yarıştılar. Önseçim günü Sosyal Demokrat Halkçı Parti Kurucu Parti meclis üyemiz Rahmetli Atilla Sav Divan Kurulu Başkanlığı’nda önseçim ve kongre delegelerinin oylarıyla Remzi Özen’i Belediye Başkan adayı olarak belirlediler. Ben de Sosyal Demokrat Halkçı Parti Alaçatı Belde Teşkilatı’nın kurucu başkanıydım. Önseçimlerden önce üç saygıdeğer adaylarımızla ayrı ayrı mülakat yapmıştık. O yıllarda yaşayanlar çok iyi anımsayacaklardır. Bugün ise Cumhuriyet Halk Partisi Çeşme İlçe Başkanı koltuğunda oturan arkadaş Parti Genel Merkezine aday adayı olan kişiyle birlikte gitmiş, seçimde taraf olduğunun kanıtı olsun diye de Parti sözcüyle bir de fotoğraf verilmiş.

Hadi gönlünde bir aslan vardı da bu arkadaşı çok seviyorsun diyelim. Herkesin gönlünde zaten çok sevdiği başarılı olacağı bir adayı var. Bunu açık açık niye yapıyorsunuz ki? İlçe başkanının tarafı olmamalı. Diğer belediye başkanı aday adayı olan arkadaşlarını neden yok sayıyorsun?

Cumhuriyet Halk Partisi değişimci yönetimi bundan sonra önseçimi üyeler ile yapılmasını istiyor. Seçime iki buçuk ay kala başta İzmir olmak üzere birçok ili halen belirleyemedi. Bugün medyada bir İstanbullu olan ikinci adaydan söz ediliyor. Genel Başkan sayın Özgür Özel medyada “Türkiye’nin amiral gemisi” dediği İzmir’i sona bırakacağız demesine bir anlam veremiyor İzmir seçmeni.

Sayın Genel Başkan bir an önce İzmir’in adaylarını belirleyin. İzmir seçmenini yormayın artık. Yeterince yorulduk artık yeter…

 

ÖMER ÖNAL

21/01/2024

ÜLKEMİZ NEREYE GİDİYOR?

Yaşlılardan öğrendiğimiz, elini burnunun üstüne getirip stres ve sıkıntısını göstermek için “Burama kadar geldi” derlerdi ya. Bugün gerçekten yaşam sıkıntımız buramıza kadar geldi. Yeter artık geçim sıkıntımıza mı, yoksa ülkemizdeki terör sorunlarına ve gün aşırı aldığımız şehit haberlerimize mi üzülelim? Halkımızın psikolojik sorunları tavan yapmış durumda. Hayat pahalılığı almış başını gidiyor. Bir bardak çay 15 Lira olmuş, bir kumru 150 TL, bir kâse çorba 130 TL, ekmek desen 10 TL. Kimse dur demiyor. Emekli maaşları halâ sürüncemede. Ne kadar olacağını sarayın başkanı karar verecekmiş. Emeklilerin kaç para maaş alacağını tek adam karar veriyor.  Tek adam rejiminin olmayacağını uyarmalarına rağmen halkımız onaylarsa olacağı budur zaten.

Çeşme ve Alaçatı mahalleleri 365 gün Turizm dese de maalesef bu da gerçekleşmedi. Esnaf şu anda emeklilerden beter durumda. Belediye Başkanı bir daha aday olabilmesi için bütün mesaisini ya Ankara’da ya da Genel Başkan nereye giderse peşinde. Çeşme sorunlarıyla yine halkımız yalnız başına bir şeyler yapmaya çalışıyor ama nereye kadar? Cumhuriyet Halk Partisi’nde bir türlü aday adaylarını açıklamakta gecikiyor. Bir an önce açıklasa da herkes işine baksa. Bir belediye başkanı beş yıl boyunca görev yapıp yaptığı icraatlarından övünüyorsa neden bir daha seçilmesi için araya adamlar koyup seçilme kaygısı yaşar? Eğer sen çok doğru işler yaptığını düşünüyorsan zaten seni yarım kalmış projelerini görür ve tekrar zaten seni işlerini tamamlamak için tekrar aday olacağından şüphe edersin ki? Yaptıklarından şüphen mi var? Maksadın nedir? İlçeni bırakıp genel merkezi bir rahat bırakmıyorsun. Belki senden sonra daha güzel icraatları olacak kişilerin önünü açmak istemiyorsun. Her aday adayını daha güzel Çeşme’miz için daha çok hikayelerin olan insanların önünü tıklıyorsun. Ben yeni adaylarımızın Çeşme’ye daha güzel katkı koyacaklarını ve daha iyi yöneteceklerini düşünüyorum.

Devamı gelecek…

Kalın sağlıcakla!

 

Cumhuriyet Gazetesi

 

Cumhuriyet Gazetesi bu hafta ‘Bir Zamanlar Alaçatı’da’ kitabına yer verdi

facebook-paylas

 Tarih: 23-11-2023 22:05:11  -   Güncelleme: 23-11-2023 22:12:11

Cumhuriyet Gazetesi bu hafta ‘Bir Zamanlar Alaçatı’da’ kitabına yer verdi

Cumhuriyet Gazetesi’nin her perşembe yayınladığı Cumhuriyet Kitap’ta bu hafta Alaçatı’nın değerli ismi, Alaçatı Kitabevi’nin sahibi Ömer Önal’ın belgesel değeri olan ‘Bir Zamanlar Alaçatı’da’ kitabına yer verildi.

 

Cumhuriyet Gazetesi Kitap’ta Ömer Önal ve Kitabı ‘Bir Zamanlar Alaçatı’da” kitabı ile ilgili şu bilgilere yer verildi;

 

“Çeşme Alaçatı’da doğmuş 26 yıl burada terzilik yaptıktan sonra 1969 yılından bu yana 34 yıldır yine Alaçatı’da Dost Kitabevini yöneten Ömer Önal’ın kitabı Bir Zamanlar Alaçatı’da kitabı (Ceres Yayınları) raflarda yerini aldı. 

Kitap bir bakıma küçük ve sakin bir köyden şimdilerde en önemli tatil ve eğlence merkezi haline gelen Alaçatı’nın öyküsü, belgeseli.

 

Kitapta sadece terzi Ömer Usta’nın Dost Kitabevi yöneticisi Ömer Önal’ın yaşamı değil, Alaçatı’nın kültürel, sosyolojik ve turistik gelişimi de yer alıyor.

Alaçatı’nın doğal ve kültürel varlıklarının korunması, Alaçatı’nın her inancı, her düşünceyi kucaklayan düşünce yapısını sürdürmesi Ömer Önal’ın en önemli hedefi. Yerel politikanın da içinde yer alan Ömer Önal Bir Zamanlar Alaçatı’da kitabında, CHP mahalle delegeliğinden, belediye meclis üyeliğine ve belediye başkan vekilliğine uzanan anılarıyla, Türkiye’nin yerel düzeydeki siyasal yaşamına da ışık tutuyor. 

 

Ömer Önal 2004 yılından bugüne 10 yıldır Alaçatı gazetesinde köşe yazıları da yazıyor. 320 sayfalık kitabı tüm bu bağlamlarda 60’a yakın öykü tadında yazılarından ( Çocukluk, Alaçatı’nın Gelişmesi, Alaçatı’da Yaşam, Eskiye Özlem, Merdivenli Koyu, Alaçatı’nın Değirmenleri vb.) oluşuyor. 

 

Bir Zamanlar Alaçatı’da, Ömer Önal’ın kaleminden Alaçatı’nın mimari dokusuna, tarihine, kültürüne, çevresine, değerlerine sahip çıkılması için belgesel değeri olan bir kitap.”

ÇEŞME'DE CİNAYETİ GÖRDÜM

 

ÇEŞME'DE CİNAYETİ GÖRDÜM!  

Gazeteci yazar Ayşe hür, Uzunluyu da 1941 yılında yaşanan cinayeti kaleme almış. Aynı Cinayeti de Önceki dönem CHP Milletvekili ve İzmirli yazarımız Kemal anadol KASIRGA “Area” adlı romanında yaşanmış cinayeti romanında anlatmış. Küçükken de bu cinayeti büyüklerimden birkaç kez dinlemiştim. Yazarımız Ayşe Hür hikayeyi noktasına ve virgülüne dokunmadan siz değerli okurlarımla paylaşmak istedim.

 

Bir yazı için gazete taraması yaparken İzmir'in ünlü Yeni Asır gazetesinde karşıma çıkan korkunç bir katliam haberi ile sarsıldım. Maksadım sizi de üzmek değil sadece hikayesini anlatacağım adsız kurbanları bir nebze de olsa onurlandırmak... 

 

Yer İzmir. Tarih 9 Ekim 1941... 14'ü erkek, biri kadın 15 Rum Çeşme'de karaya çıkarlar. Muhtemelen Sakız veya onun dibindeki Karyot adası halkındandırlar. Nasıl geldikleri bilinmez, belki sandallarla, belki yüzerek... Niye geldikleri de bilinmez, ama tahmin edilebilir. İkinci Dünya Savaşı sırasında İtalyanların ve Almanların çift taraflı ablukaya aldığı Ege adalarında yaşamak o yıllarda son derece güçleşmiştir. Ada halkları hapislik, kötü muamele ve açlıkla karşı karşıyadırlar. Muhtemelen bizim adsız sığınmacılar da Çeşme'de veya daha içerlerde güvenli bir dama ve bir kaç parça kuru ekmeğe ulaşmak için göze almışlardır bu riskli yolculuğu. 

 

Onları son gören, dağda hayvan otlatan Bodur Hüseyin ve oğludur. Daha sonra anlatacağı üzere, Hüseyin'e göre kadın 20 yaşlarında esmer güzelidir, aynı yaşlarda kıvırcık saçlı bir gençle pek yakın görünmektedir. Diğerlerinin yaşı 25 ila 45 arasında görünmektedir.  

 

Bodur Hüseyin ve oğlu Taşçukuru mevkiindeki damlarında sığınmacıları konuk ederler ve kuru ekmeklerini onlarla paylaşırlar. Sığınmacıların içi ümitle dolmaya başlamıştır. Halbuki Hüseyin bir yandan oğlunu Çeşme'nin Barbaros Bucağı'ndaki Karakol'a göndermiştir bile.  

 

Karakol Komutanı Onbaşı Adem Yılmaz, hemen Bucak Müdürü Mahmut Baştup'a uçurur haberi. Bucak Müdürü, daha geçenlerde  Çeşme Kaymakamı'ndan zılgıt yemiştir benzer bir olayda. Yanına Onbaşı Adem'i, iki jandarma erini, iki de kır bekçisini alıp Bodur Hüseyin'in damına seğirtir.  

 

Sığınmacılar sevinç içinde gelenlerin ayaklarına kapanırlar, çünkü ilticalarının kabul edildiğini sanmışlardır. Halbuki Bucak Müdürü'nün kendileri için hiç de iyi planları yoktur. Jandarma ve bekçiler 11 erkeği iple bağlarlar, üç erkeğe kelepçe takarlar, kıza tedbir alınmaz neyse ki... Kafile güya sınırdışı işlerinin yapıldığı sahil mevkiine doğru yola çıkarılır. Ama yolda birden yön değiştirilir ve Kıran Dağı'na sapılır. Bir süre yürüdükten sonra Bucak Müdürü askerlere emri verir: Hepsini vurun!  

 

Jandarma erlerinden Mehmet Kınık "ben oruçluyum, bu mübarek günde bırakın adamı bir kuş bile vuramam!" der ve kenara seğirtir. Ama diğerleri onun kadar cesur değildir. Genç Rum kızı hariç 14 Rum erkeği kurşuna dizilir. Genç kız çıldırmış gibi saçını başını yolarken önce Bucak Müdürü, sonra askerler, sonra Bodur Hüseyin ve oğlu sırayla kıza tecavüz ederler. Sonra bir el silah sesi duyulur. Genç kız da öldürülmüştür.  

 

Müdür delil bırakmak istemez elbette. Çeşme'den gaz getirilir ve cesetler bir kuyuda yakılmaya çalışılır. Ama yakla işlemi başarısız olur, bunun üzerine bir çukura gömerler ölüleri. Ondan sonra hiçbir şey olmamış gibi herkes görevine veya evine gider. Ertesi günlerde de "15 kaçak varmış buralarda" diye numaradan aramalara katılırlar.  

 

Aradan iki yıl geçer. 1943 yılının Mayıs ayında "fısıltı gazetesi" devreye girer, Yeni Asır gazetesinden Rauf Lütfü Aksungur işin peşine düşer, sorguda birer birer çözülür failler. Nihayet 29 Mart 1944 günü sekiz zanlı mahkemeye çıkarılırlar. İzmir Adliye'nin önü miting alanına döner...  

 

Dava kısa sürer, karar 2 Nisan 1944 günü açıklanır: Bucak Müdürü Mahmut Baştup ile Karakol Komutanı Onbaşı Adem Yıldız idam cezasına çarptırılır. "Oruçluyum, kuş bile öldüremem" diyen Mehmet Kınık beraat eder. Diğer sanıklar önce idama sonra hafifletici sebeplerden (cinayetleri ve tecavüzü emirle yaptıklarından) dolayı 30'ar yıla mahkum edilirler. İnfazlar 2 Temmuz 1945 Pazartesi günü sabaha karşı Konak Meydanı'nda gerçekleştirilir. Demek ki adalet duygusuna sahip yargıçlar varmış o zamanlar...  

 

Katillerin adı bilinir ama maktullerin adı hiçbir zaman öğrenilemez. Mülteci düşmanlığı ile Rum düşmanlığının, devlet şiddeti ile eril şiddetin birbirini beslediği bu trajik hikayenin tarihsel kökleri çok eskiye gider elbette.  

 

Benden Selâm Söyle Anadolu’ya isimli anı-romanın, bugünkü adı Şirince olan, o dönemin Kırkıca’sında yaşamış Yunanlı yazarı Dido Sotiriyu, Cihan Harbi arifesinde ve savaş sırasında, ardından Milli Mücadele yıllarında iki tarafın hatalarını eşitleyerek açıkyüreklilikle şöyle sayar döker:  

 

“Yeknesak çan sesleri işitiyorum. Devenin o yumuşak, o edalı yürüyüşüne işarettir bu çan sesleri! Hörgücünde üzüm küfeleri, kuru incir sandıkları ve zeytin çuvalları, pamuk ve ipek balyaları ve şarap fıçıları taşıyıp gelen devenin! Deveci heyyy! (…) Şevket! Tanımadın mı yoksa beni? Ben senin dostun… ben senin arkadaşın! Yıllarca birlikte gülüp, beraber ağladık… Ne yapıyorsun Şevket? Ah Şevket, Şevket! Vahşi birer hayvan kesildik! Karşılıklı hançerledik, paramparça ettik yüreğimizi! Durup dururken!.. Ve sen… Kör Mehmed’in damadı. Hele sen! Niye öyle tiksinerek bakıyorsun yüzüme? Öldürdüm evet seni, ne olmuş! Ve işte ağlıyorum… Sen de öldürdün! Kardeşler, dostlar, hemşeriler… Koskoca bir kuşak, durup dururken katletti kendi kendini!… Bütün bu çekilen acı, kötü bir rüya olsaydı ah! Ve yanyana, omuz omuza verip yürüseydik tarlalara doğru yeniden! Saka kuşlarının türküsüyle şenlenen ormanlara doğru yürüyebilseydik! Ve her birimizin sevdiceği kendi kolunda, çiçeklere bürünmüş kiraz bahçelerinden gülümseyerek çıkıp, yanyana eğlenmek üzere, şenlik meydanlarının yolunu tutabilseydik! … Anayurduma selam söyle benden Kör Mehmed’in damadı! Benden selam söyle Anadolu’ya… Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin… Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların, Allah bin belasını versin!…” 

 

GÜNCEMDEN!

Dükkânımda boş boş duvarlara bakmayı sevmem, kitap okur, hiç olmazsa bir kelime fazla öğrenip bilgi dağarcığımı doldurmaya çalışırım. 11 Kas...