1970 yılının Mayıs ayıydı. Henüz 18 yaşıma girmiştim. Geçimimizi ziraatla sağlıyorduk. Kendimize ait olan tarlalarımız vardı. Ama bu tarlalarımız yeterli olmadığından, Fevzi Eniştem’den Liman Ovası’nda bulunan tarlalarını kiralıyorduk. Yine günlerden bir gün Liman Ovası’nın yamacında bulunan tarlada tütün dikmek için nadaslama yapmak üzere tarlayı sürmeye gitmiştim. Tarla üç dönüm olmasına rağmen ikindi olmadan, sürme işi bittikten sonra öküzleri boyunduruğundan serbest bırakıp tarla kenarlarında otlamaya bıraktım.
Hayvanlarım sınır kıyılarında iştahlı iştahlı karınlarını doyururken, ben de kendimi büyük zeytin ağacının dibine otururup Liman Ovası’nı seyretmeye başladım. Gözünüzün alabildiğine buğday tarlaları bazıları nadasa bırakılmış toprak rengi, ta uzaktan göğün mavisine kavuşuyor sanki. Buğday tarlaları bitip ufkun başladığı yere gidebilse, başaklarla çizilmiş ufuk çizgisini göğüsleyebilse, dünyanın sonuna varacakmış gibi.Mavi yeşil Çark Denizi güneyden kopup gelen bahar rüzgârlarıyla dalgalanıyor. Dalgalar kabarıp körpe başaklar birbiri üstüne yığıldıkça masal denizinin yanardöner yeşili koyulaşıyor.Elleri sanki dünya kadar büyük bir dev okşuyor tarlaları, durmadan okşuyor. Okşadıkça yeşil yeşil hareleniyor yeryüzü...Tarla komşumuz rahmetli “Limanlı Ali” (Aksüt) Amca; elinde bağ çapasıyla tarladaki topaçlarları kırmak için sanki onlarla güreşircesine belini kaldırmadan habire çalışıyor.Yan komşumuz Salih Akpınar Amca; beygiriyle çift sürmeyi bırakmış, beygiri ekin tarlasının kıyısında karnını doyururken Salih Amca ekin tarlasının içindeki yabani otları buğday tanelerine zarar vermemesi için temizliyordu. Ben komşularımı izlerken biraz aşağımızda bulunan Sülemiş Deresi’ni kıyılarında böğürtlen çalılarına gözüm ilişiyor. Kalkıyorum yerimden, böğürtlen çalılarının yanına gidiyorum. Gerçi şimdi oraya gitsem orada yılan, çıyan vardır. Böğürtlen çalılarına oramı buramı çizdirir, kanar, giysilerim kirledir diyerekten tekrar ağacın gövdesinin dibine oturdum.Çark Denizi’nin kabaran dalgaları şarkı söylüyor, sadece köpeklerlerin, çocukların, bir de tarla fareleriyle uçuç böceklerinin duyabileceği davetkâr bir müzik… Böğürtlenlerin altında, sarıgözlü papatyaların arasında duyuyor insan o şarkıyı.Oturduğu yerden kalkası geliyor insanın içinden. Bayır aşağı koşası geliyor, henüz olgunlaşmamış sararmamış, taze buğday başaklarını avuç avuç ağzına doldurmak istiyor. Yeşil taneleri çiğnemeden yutmak istiyor insan. İçi dışı buğday olsun, başak olsun, yeşil olsun.Koşuyorum boyumla beraber buğday başaklarının arasında. Halâ bir şey eksik, içimizde hala kötü bir duygu; “tam olamama, bir olamama duygusu”. O, denize kavuşmak değil su olmak istiyor. Tarlalarda dolaşmak değil, başak olmalıyız!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.