Alaçatı çok gelişmekte olan bir belde. Cadde ve
sokaklarımızda büyük bir değişim yok belki ama bina sahipleri el değiştirdi. Yıllar
önce böyle değildi tabii. Rahmetli Rıza Erçeşmeli cami altında yıllarca bakkal
dükkânı çalıştırdı. Cumhuriyet Meydanında Fevzi Yıldız otuz yılı aşkın bakkal
dükkânı işletti. Bugün yerinde başka mekânlar açıldı. Bana yeni dükkân isimleri
sorulunca bilemiyorum tabii.Geçmiş günlerden bir gün Kemalpaşa Caddesi’ndeki dükkânımın
önünde oturmuş, kitap okuyordum. Tanıdık bir ses bana: “Hayırlı işler Ömer!”
diye seslenince başımı kaldırdım ve teşekkür ederken seslenenin Sıtkı amcanın
oğlu “Civan Ali” olduğunu gördüm. Ali Ağabey gel otur, dinlen biraz dedim.
Hemen yanımdaki sandalyeye oturdu. Birer çay içtik ve başladık muhabbete...Hayat şartlarından sonra mevzular çocukluk anılarımıza
geldi. Civan Ali benim eski çocukluk yıllarımdaki mahalleden arkadaşımdı. Her
gün birbirimizi görür, gençlik yıllarımızda ortak dostluklar kurardık. Ali
Ağabeyin elinde bir bakraç, akşam karanlık basmadan önce bize gelir ve gün
aşırı süt alırdı. Evimizin az ilerisinde bulunan santralin önündeki park
alanında birlikte çok oyunlar oynadık Komşumuz. Koz Nuri (Canol) kamyon
şoförüydü. İş dönüşünde kamyonunu Pazaryeri Camii’nin yan tarafına park eder,
elinde büyük bir file kese kâğıdında bir şeyler sarılı vaziyette hemen evine
girer, sabah namazından önce de işine giderdi. Koz Nuri’yi hiçbir zaman işe geç
gittiğini göremezdik.

Bir de Nazmiye (Sakarya) Ablamız vardı. Dünya tatlısı bir
ablaydı. Sokağımızın başında eski Rumlardan kalma bir evde otururdu. Evinin
kocaman arsası yüksek duvarlarla çevriliydi. Yetmişli yılların başında evinin
bahçesine tek katlı çok güzel bir ev yaptı. Evin sokağa bakan cephesinde
oturur, başında beyaz tülbendiyle her geçen tanıdıklara hal hatır sorardı. Yeni
evini bitirdikten sonra kısa bir zaman içinde eski evini Rahmetli Fevzi Yıldız
satın almıştı. Teyzemin büyük oğlu Hüseyin Yıldız bu eve taşınmıştı. Nazmiye Abla
akşamüzeri elinde süt tenceresi ile bizim evimize gelir, hayvanlarımızın
sağılma saati gelinceye kadar Annem ve Büyükannemle saatlerce ayakta sohbet
ederlerdi. Nazmiye Abla Rahmetli İskeçeli Hafız’ın kızıydı. Babası Pazaryeri
Camii İmamıydı. Yıllarca imamlık yaptı ve gençlere din dersi ile Kur’an
öğretti. O güzel sesli Hüsnü (Koç) Hoca O’nun talebesiydi. Nazmiye Abla’nın eşi
Urlalı Süleyman Sakarya idi. Süleyman Ağabey Çeşme’de komisyonculuk yapardı.
Çok şık giyinirdi. Ütüsüz pantolon, gömlek, giymezdi. Yaz aylarında
akşamüzeri Nazmiye abla ile Süleyman ağabey el ele tutuşur, Şehitler caddesinde tur atarlardı. Biz de
hayran hayran bakışlarla izlerdik. Kendimize hep onları örnek alırdık. Mahallemizin örnek insanlarıydılar. Büyük
küçük demezler, her kese hâl hatır sorarlardı. Ben evinin önünden geçerken,
bana: “Karaoğlan Karaoğlan…” diye şarkılar söylerdi. Ben de kendisine gülümser
ve o güzel sesi dinlerdim. Evimize doğru giderken eski komşularımızdan hüsnü
Amca Kapısından çıkarken eşi kapıdan kocasını uğurlar, Hüsnü Alpsoy (Topal Hüsnü)
yıllarca Tekel müdürlüğünde çalışırdı. Demokrat Partili olmasına rağmen
Demokrat Partililer şikâyet edip birkaç ay hapis yatmıştı. Hapisteyken
rutubetten ayakları romatizma olmuş, cezasını bitirdikten sonra yürümekte
zorlanınca sevdiği arkadaşları adını “Topal Hüsnü” takmışlardı. Hüsnü Amca
başında fötr şapkası, ayakkabıları boyalı, üstünde şık bir takım elbise,
kravatı ütülü, kravat iğnesine kadar tam bir Atatürk beyefendisiydi. Kızı Güzin
Abla ve oğlu Bülent ile birlikte otururlardı. Güzin abla; oğluna babasının
ismini koymuştu. Yıllar sonra Hüsnü Amca’nın torunu dükkânıma gelip, Ömer Abi
beni tanıdın mı? diye sorunca yüzün pek yabancı gelmiyor dedim. Dikkatli bak
diye tekrarladı. Sonra açıkladı kim olduğunu. Tabi ben hemen sarıldım Hüsnü
kardeşime! Oturup eski günleri yâd ettik. Laf lafı açtı Selahattin Tosun
Öğretmen hemen bitişik komşumuzdu. Kızları Nezaket, Meziyet ve Zarafet idi.Hüsnü, Kunduracı Ahmet’in çocukları birlikte elektrik
santralinin önünde yeni oyunlar bulur, birlikte çocukluğumuzun tadını
çıkarırdık. Nazmiye Abla’nın yola bakan bahçeli evi birkaç sene öncesine kadar duruyordu.
Annemin evine giderken her geçişimde pencereden Nazmiye Ablam bana
seslenecekmiş gibi gelirdi. Nazmiye Abla’yı kaybedeli uzun zaman oldu belki ama
ben onun ölümünü bir türlü kendime inandıramadım. Nazmiye Abla’nın evi artık
yok! Hatıralar da yerle bir oldu sanki.
Bir tarih daha silindi sayfalardan. Bir yaprak daha gitti. Değişimin önünde duramıyorsun!
Bu böyle gelmiş, böyle gidiyor. Her yüz senede bir, sahipler değişiyor galiba...Civan Ali Ağabeyle bunları konuştuktan sonra “Ömer ben
gideyim artık! Koskoca ailede tek ben kaldım. Evde sadece kedim var ve bir de
ben… Bazen kedimle konuşuyorum. Bir gören olsa Ali delirdi diyecek” demişti. Hüzünlenerek
bir birimize iyi geceler diledikten sonra yanımdan ayrılmıştı. Tek kaldım diyen
Ali arkadaşımızı da üç yıl önce kaybettik. Kaybettiğimiz o güzel insanları
minnet ve şükranla anıyorum. Ruhları şad, mekanları cennet olsun. Sağ olan tüm
mahalle arkadaşlarıma da sağlıklı, uzun ömürler diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.