Çok severdim Mehmet dayımı. Rahmetli, baba yarımdır büyüğümdür, Alaçatı Kemalpaşa caddesinde bakkal dükkânı vardı. Bakkal dükkânının ismi “Doğruluk Bakkaliyesi” diye tabelası vardı. O büyük marketlerin ismi bile yoktu o yıllarda. Evine ekmek götürmeye uğraşır. Bakkallık ile mekânın tavanlarında çivilere asılmış o yıllarda çarık dediğimiz ayakkabılar asılıydı ek olarak satardı onları para kazansın diye. Garibanlık işte o çarık ayakkabıları almayan olmazdı...Kara kaplı veresiye defterini bir görseniz, ben diyeyim 100 sahife siz deyin 200 sahife isimler alt alta yazılmış rakamlar tütün satımında alacaklar.,Neyse girmeyelim o konulara.Bir gün dükkanının içinde Mehmet dayımla sohbet ediyorduk.O anda dükkandan içeriye bir müşteri girdi.Birkaç bir şeyler alıyordu.Lama rina bidonlar vardı içlerinde ellişer kiloluk bakliyatlar vardı.Müşteri Nohut olan bidonun yanına geldi ve” Mehmet dayıma şu nohuttan bir kilo tart dedi”Mehmet dayım o nohuttan sana vermeyeyim “nohut pek pişken değil” dedi.Müşterisi hiç itiraz etmedi ve o nohuttan almadı.Dayımın müşterisi gittikten sonra Bakkal Mehmet dayıma neden vermedin o adama nohudu dedim. Dayım da bana geçen evime getirdim aynı nohudu “yengen bana nohut hiç pişken değil zorla pişirdim dedi” “bende pişmeyen nohudu müşterime satmam dedi.” Bende o kadar para ödedin ne olacak şimdi sen zarar edeceksin deyince, dayımda bana “zarar olmaz bende o nohudu kuzulara yediririm dedi.” Dürüst olmak lazım bak Ömer benim dükkânımın tabelasına doğruluk ismi yazıyor dedi. Mehmet dayım ailemizin büyüklerindendir. Ailemizle çok birlikte anılarım oldu. Kendisini hep rol model olarak seçtim. Hurmalı veya Liman ovasında yaşanmış anılar biter mi hiç? Hele de hamurun bu ovalarda yoğrulmuş, pişirilmişsen, biter mi hiç? Bitmez. Her yaz başı tatlı bir heyecan sarardı biz Alaçatı’da yaşayanları, sanki çok özel bir şey yapıyormuşuz gibi. Oysaki doksan gün çile çekmekten başka bir şey değildi bu güzel ovalarda tütün dikmesi, Tütün fidanları büyüyünce onları kırması, kıramandal’larda onları kurutması.
Yaz başı denince akla ilk gelen tarlalarımız olurdu, sanki dünyanın merkezine
taşınıyorduk, bir telaş bir heyecan sarardı biz tarla sahiplerini ki sormayın
gitsin.
Yaz gelip çattığında ise, sabahın ilk ışıkları yarı yolda vururdu üstümüze,
Kara dağ eteklerine inen güneş o dağı tırmanmamıza engel olamazdı. O dağın
eteklerinden geçerken, adeta gerdanda boncuk dizer gibi dizilirdik. Sığırlar,
koyunlarımız önümüzde, bizler arkasından bir renk cümbüşü, bir gökkuşağı
oluştururduk karşı yamaçtan bu yamaca bakınca. Bu telaş ve bu heyecanla
varılırdı yaylaya, sanki orada bekliyorlarmış gibi, her sığır kendi Yazlık
damımızın veya Kargılardan yapılmış çardakların kapısında beklerdi ev
sahibesini.
Arazi sahipleri olan bizler, birkaç gün önce çıkardık yaylaya, önce bir
yerleşir ortalığı toparladıktan sonra mahsullerimizi yaban hayvanlar yemesinler
diye beklerdik. Toparlanmak derken, sadece ateşte yakılacak biraz çalı, odun
gibi,. Birde kaldığımız evlerin hazırlanması işte. Ne vardı hazırlanacak, bir
kaç parça çamaşır, varsa biraz gıdaların yerleştirilmesi, bir yatak bir de
yorgan, öteki yatak hâsıl denen bir ottan olurdu. Kalın kumaşın yanlarını,
kalın bir iplikle diker, içine o otları doldurup, alın size bir yatak daha,
derdi anam. Yattığımız yer hemen hayvanların üstü, aralıklı dizilen tahtalardan
hayvanın her dışkıları koku olarak direk burnumuza gelirdi. Ama bu kokuda hiç
rahatsız olmazdık. Telsiz mevkiinde bulunan tarlamıza gittiğimiz günler yol
kıyısında bulunan Mahmut hoca kuyusunun başında hayvanlarımızı bu kuyunun buz
gibi suyuyla hayvanlarımızı sular. Eşek’lerimizin semerindeki sarılmış olan
köfünlerin içindeki toprak testilerimize suyumuzu doldururduk. Mehmet dayımla tarla komşusuyduk. Çoğu
zaman Kuyu başında Mehmet dayım ve ailesiyle karşılaşırdık. Dayımın kızlarından
Serpil ablam sen çekil kuyuya
düşmeyesin ben senin testilerini doldurayım sen yalnız testiye suyu boşaltırken
testinin ağzındaki huniyi tut derdi. Kuyu başından ayrıldıktan sonra hepimiz
tarlalarımıza giderdik. Mehmet dayımın bütün kızları çalışkandı ama Serpil ablam bir başkaydı. Erkek
gibiydi Dayım telsiz tarlasının bir mandalında su bulmak için kuyu açtırmaya
karar vermiş ve kızlarınla beraber beş altı metre derinliğinde kuyu açtı suyu
bulması için. Ama tabi suyu bulamadılar. Bu çalışmada Serpil ablam beş metre kuyudan teneke dolusu toprakları hep o
çekerdi. Dayım yorulduğu zamanlar Serpil
ablam kuyuya iner ve çapayla var gücünle toprağı kazar ve kuyunun içindeki
kazmış olduğu toprakları kovaya doldurur yukarıya diğer kardeşleri taşırlardı.
Öğle saati olunca tarlalarının orta yerinde çok büyük siyah İncir ağacının
altına toplanır hep beraber öğlen yemeğimizi yerdik. O yıllar ah o yıllar
unutulur mu hiç. Bazen dükkânda canım sıkıldığı günler bir bahar havası almak
için şehir dışına çıkmak geliyor içimden. Çıkıyorum. Karakol kuyunun yerinde
yeller esiyor. Telsiz ovasına bakıyorum o güzelim tarlalara inşaat malzemesi
satan dükkânlar dolmuş. Liman ovasına gitmek istiyorum liman ovasının tam
ortasında bir kocaman yol geçmiş, Hurmalı ovasına bakıyorum her tarafı butik
oteller ve kocaman kocaman taş binalar dolmuş. Hayat nasıl bir şey anlamaya
çalışıyorum. Hayat insanların değiştiği gibi binalar ve toprakta değişiyor
galiba ne dersiniz.?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.