ESKİ RAMAZAN SOFRALARI!

Teravih  namazını kıldıktan sonra eve gider, evde ailemizle beraber ramazan sohbetleri ederdik .Yatma vakti geldiğinde ben anneme: “Anne ne olur  sahura beni de kaldır. Olur mu? Bak kaldırmazsan küserim sonra” Her seferinde yalvar yakar olurdum anneme. Saatlerce dil döker, annemden:  “Tamam kaldıracağım!” sözünü aldıktan sonra bir an önce uyumaya bakardım. Bir an önce uyumalıyım ki sahurda kolaylıkla kalkabileyim.Kimi zaman annemin uyandırmasına bile gerek kalmaz davulun sesini duyar duymaz yataktan fırlayıp, soluğu pencere kenarında alırdım. Yüzümü cama dayar, (ne dayaması, adeta camla bütünleşir) biraz korku, biraz da sevinç karışımı bir duyguyla davulcunun her hareketini soluksuz izlerdim.Korkardım; çünkü gecenin zifiri karanlığında, el fenerinin cılız ışığı öylesine oyunlar oynardı ki, davulcu, Musa Amca ve Gırnatacı Memiş Usta, karşı evin duvarına yansıyan gölgeleriyle “Gulyabani” gibi üzerime üzerime gelirlerdi.Sevinirdim; çünkü her gece ramazan sahuru için ayrı bir mani yakılırdı. Bakalım bu gece neler söyleyecek diye sabırsızlıkla beklerdim. Aynı sabırsızlığı onlar  da gösterirdi. Özellikle de ışığımızın yanmadığı ve bahşişin geciktiği zamanlarda. İşte o zaman davulun tokmağına daha bir asılır, gecenin sessizliğini daha bir yırtardı hiç sıtma görmemiş sesiyle:

 

“Yaram derindir eşme.

Aman derdimi deşme

Sahurda börek yoktu.

Gözlerim oldu çeşme.”

         Dom dom da dom dom. Dom dom da don dom.

Bahşişini alır ve karanlığın içinde, geldiği gibi kaybolup giderlerdi. Ardında ateş böceği misali bir bir yanan evlerin ışığını bırakarak.  Asıl cümbüş ondan sonra başlardı. Bir telaş bir telaş ki sormayın sofralarının keyfine doyamazdım. Gözümden uyku aksa da o sofrada bulunmanın, ailemle birlikte o heyecanı, o coşkuyu yaşamış olmanın keyfini hiçbir şeye değişmezdim. Ağabeyime, ablama oruç yasağı yoktu ama bana vardı. “Ben de oruç tutmak istiyorum!..” dediğimde; “Olmaz sen daha küçüksün, dayanamazsın!” cevabını alırdım. Ama ben yine de gizlice tutardım. Tutardım da, o gün öğleni zor ederdim. Neyse ki çocukların “Tekne orucu” tutma gibi bir hakları vardı. Ne demekse! Öğlene kadar bir şey yeme, öğlen ye! Öğleden sonra yine bir şey yeme, iftarda yeniden ye! Yine büyüklerin engin hoşgörüsünün bir yansıması olsa gerek bu Tekne Orucu… Zaten çocuklar ne yaparlarsa yapsınlar affedilmeye layık değiller midir?Benim için ramazan günlerinin vazgeçilmezlerinden biri de gece eğlenceleriydi. Mahalle meydanına kurulan Canbaz, iftardan sonra gösteriye başlardı. Ramazan boyunca hemen her gün giderdik Canbazın gösterilerini izlemeye. İpin üzerinde yürürken bize korkulu anlar yaşatan canbazı, şapkasından tavşan çıkaran sihirbazı, palyaço Boncuk’u, allı pullu giysiler içinde kantolar söyleyen çadır şarkıcısını hiç ama hiç unutamam. Ve halâ yankılanır durur kulağımda o günlerden bugüne...

         Kalın sağlıcakla…


ESKİ RAMAZANLAR

 Anılar yolculuğuna hazır bir zihinle, eskileri yad etmek geleneğini taze tutmalı diye düşündüm. Eskileri hatırlamak, şimdiki zamanın üstündeki görünmezlik etkisini kaldırıyor. Yaşadığımız zamanın koşturması, telaşı, gelecekte yad edilecek anıların gözden kaçmasını engelliyor. Daima her süreçten güzel hatıralar toplamayı bilmeli... Hatıraları güzelleştirmek  ve bu birikimi zihnimizde kalıcı kılacak gücü bulmak için hep eskileri anımsarız. Şimdiki zamana kuvvet olur, çoğu zaman da fark etmemizi sağlar; yaşadığımız zamanın görünmez güzelliklerini...

Ramazan aylarını anımsadım çocukluğumdan zihnimde kendine yer bulan.Evde akşama doğru hızlanan tatlı bir koşturma var ise bir de sofra etrafında toplanmak için akşam ezanını bekliyorsak ramazan ayının evimizi şereflendirdiğini anlardım.Sahurda annem muhakkak uyandırırdı beni,oruç tutacak kadar büyümesem de annem sahura kalkmanın alışkanlığını ve o tarifsiz hazzını bana yaşatırdı.Küçük ruhum, gecenin sabaha yaklaştığı bu zamanlarda yenen yemeğin ve sokakta yankılanan davul seslerinin verdiği tarifsiz bir mutluluğu anımsar.Gözlerimi kapar kapamaz uyurdum sahurun ardından, sanki bir rüya gibi gelirdi bana.Sabah annem okula gitmeden önce bana kahvaltı hazırladığında yememekte direnirdim ben de oruç tutmalıydım, annem de bu kararıma saygı duyar ama yine de her sabah üşenmeden kahvaltı hazırlardı bana  ama tuttuğum her oruç öğle saatinde bitmek zorunda kalır annemin hazırladığı beslenme çantasını hevesle açardım.Hem beslenme çantamı taşır hem de ben orucum derdim,öğlene kadar yememem oruç tuttuğuma ikna ederdi beni.Akşam vakti yaklaşınca,ağabeyim eve sıcak pideleri getirince anlardım ki hayalini kurduğum sofranın zamanı  yaklaşıyor.Öğle yemeğinden sonra bir şey yemezdim ki bu heyecana ben de ortak olayım.Akşam ezanı okunduğu zaman sevinç dalgası içimde hızla yayılır,büyüklerimi taklit ederek elim suya ve hurma zeytine uzanırdı yemekten önce.Hurma zeytin benim için ramazan sofralarının simgesi olmuştu ta o zamanlardan..Ramazan ayı boyunca çoğu günler misafirimiz olurdu.Anneme elimden geldiğince yardım ederdim,en çok da sofra düzenlemek hoşuma giderdi.Misafirlerimizin sofra başında sessizce ezanı bekleyip,sonrasında yavaş yavaş açılan muhabbet konularına kulak kabartır,bu ayın huzurunu çok severdim.Misafirlerimiz genelde tatlı getirirlerdi yanlarında hediye olarak.Kadayıf ve baklava revaçta olurdu,paketler yan yana dizilirdi ama herkes sabırsızlıkla annemin ün salan sütlacını beklerdi.Sofra sohbetleri akşam namazının kılınma vakti gelene dek sürerdi.Genelde büyükleri dinlemek beni mutlu ederdi,yaşıtlarımı kaale almak konusunda biraz pervasızdım.Annem her misafirden önce incecik yaprak sarması yapar,mevsimine göre hoşaflar yapardı.Bir de misafirliğe gittiğimiz günler olurdu tabi hem de sıkça.Ya biz de misafir olur ya da biz misafirliğe giderdik.Günler paylaşımın güzelliği ile geçerdi.Misafirliğe gittiğimizde bizim evdeki telaşın aynen ev sahibine geçmesini izler,süslenmiş sofranın etrafında ezanın huzur dolu yankılanmasını beklerdik.Ramazan ile huzuru birbirinden ayıramıyordum.Akşam ezanı telaşını yatsı ezanı ile teravih namazına bırakırdı.Cemaat ile namaz kılmanın önemini o zamanlar tanımış oldum.Annem ile namaza ben de gider,aynı hareketleri hiç karıştırmadan annemden kopyalardım.Ramazan o kadar büyülü bir aydı  ki herkesi sofra etrafında koca bir ay boyunca toplardı ve sonunda öyle güzel günler beklerdi ki biz çocukları,bayramlık elbise hayalleri zihnimizi süsler ve harçlık hesapları yapardık.Uyumadan önce yeni elbiseler katlanmış ise  yanında da genelde kösele  ayakkabılar olursa bayramın sabah ile birlikte geldiğini anlardım.Ramazanı ardımda bırakmak hüzünlendirirdi beni.Bayramın gelişi bu hüznü biraz bastırırdı ama bu ayın bereketi ve huzuru zihnimde silinmeyecek güzel hatıralar bırakırdı.Okuldan geldiğimde evimizde toplanan bayanların kuran-ı kerim okumasını dinlemek için üstümü değiştirmeden yanlarına oturur,en kısa zamanda öğrenmem gerektiğini düşünürdüm okumak için.Ramazan ayı benim için paylaşmak,bereket ve huzurdu bir de dua etmekti annemi izleyip amin diyerek ellerimi yüzüme kavuşturmak.Bazı akşamlar annem,kardeşlerimle beni camiye götürürdü,bir sürü insan kalabalığının içinde minik boyumla yer edinmeye çalışırdım.Camide sohbet dinlerken,pazaryeri camisinin mimarisini izler ve gördüklerimin güzelliğini anlamak için uzun uzun aynı noktaya bakardım.Namaz kılarken büyüklerimin aynı anda, aynı hareketleri yapmalarını hayretle izler,caminin ikinci katından mermer sütunlardan hafif eğilerek hiç sıkılmadan seyrederdim.Cami çıkışında oruç benim için biterdi öğle vakti olması sebebiyle,elimdeki simidi kemirir,kuşların ortasına koşar ve kaçanlardan geriye kalanlara simit atardım. Tüm bu yorgunluğuma değecek bir iftar sofrası vardı nasılsa günün sonunda. Ramazan ayına huzur katan bu manevi ortamın tarifini tam yapamazdım ama büyüdüğümde bu huzurun adını koyacağımı hayal ederdim.

                Kalın sağlıcakla….

 


ALAÇATI’DA KADIN TERZİLERİ

1965 yılının Şubat ayında terzilik mesleğime başlamıştım. İlkokul çağlarımda Rıza Dayımın evine giderken Mehmet Karabina’nın evinin balkonunda bir hanım ve yanında iki tane genç kız balkonda oturmuş ellerinde kumaşlar dikiş dikerken onları seyrederdim. Adını sonradan öğrendiğim Rahmetli Mehmet Karabina amcanın kızı Benal Öğütkan abla, yanında iki genç kızı çırak olarak çalıştırıyor olduğunu öğrenmiştim.

Alaçatı’daki erkek terziler genelde kadınlara dikiş dikmezlerdi. Nedeninin kadınların erkek terzileri tercih etmediklerinden olduğunu düşünüyorum. Ben terzilik mesleğime başladıktan sonra Alaçatı’da kaç tane erkek terzisi ve kadın terzisi var olduğunu merak etmiştim. Erkek terzileri önceki yıllarda bu köşemde yazmıştım. Bugün evimde başka bir yazımı yazarken neden Alaçatı’daki kadın terzilerini yazmadım diye kendime inanın çok kızdım. Bugün oturdum ve Alaçatı’daki kadın terzilerimizi yazmaya başladım. Rahmetli Benal Abla ilk aklıma gelenlerdendi. Çünkü yolumun üzerinde en sık gördüğüm bir terziydi. İkinci aklıma gelen Şaban Bey’in kızı ve Rahmetli Muzaffer Gençalp’in eşi Halide Gençalp idi. Kendisi de iyi bir terziydi. Hatta kendisine “sosyete terzisi” dediklerini de duymuştum çocukluğumda. Hacımemiş mahallesinde Nurten Yengem vardı. Nalbant Kemal Ağabeyimin eşi. Küçüklüğümde annem ile evine misafirliğe giderdik. Odanın büyük bir bölümü yarım provaya hazırlanmış elbiseler asılı, dikiş makinesinde kendisi çalışırken bulurduk. “Kusura bakmayın bu elbiseyi yarına yetiştirmem lazım” diyerek gelen misafirlerden özür dilerdi. Başını kaldırmadan sürekli çalışırdı. Tam karşı binada oturan komşusu Turan Çavuş’un kızları da terzilik yaparlardı. Yıldız ile Gündüz Abla. Babaları Turan Çavuş, Pazaryeri Cami karşısında yetmişli yıllara kadar kahvecilik yapardı. Aşçı Şahin “Dayko” nun kızı Gündüz Kapar da Hacımemiş Mahallesinde terzilik yapardı. Gökçen Er Yenimecidiye Mahallesi’nde terzilik yapan biriydi. Barbun Nezihe diye bilinen Nezihe Barbun da Yenimecidiye’nin popüler terzilerindendi. Rahmetli Mehmet Dayımın kızı Ülkü Ablam da iyi bir terziydi. Ara sıra akrabam diye yanına gider sohbet ederdim. Mis gibi ütü ve telâ kokusu ciğerlerime kadar işlerdi. Aşçı Sabri (İnanç) ağabeyimizin eşi Muzaffer İnanç ablamız da terziydi. Tahsin Kandemir’in eşi Remziye Abla Tokoğlu Mahallesi’nde terzilik yapardı. Yine rahmetli Gamsız Hasan’ın kızı Birsen Küçükbayır’ın da dikmiş olduğu elbiselerini görür, halk arasında “güzel elbise diker” diye duyardım. Rahmetli Mümin Saatli’nin kızı Mümine Öcal Hacımemiş mahallesindeki meşhur terzilerdendi. Yakın zamana kadar Hacımemiş Mahallesi’nde Terzi Fikriye (Çetinkaya) da terzilik yapardı. Alaçatı o yıllarda nüfusu üç bin olan bir nahiye olmasına karşın onlarca kadın terzimiz vardı. Hepsi de aile ekonomisine katkı sağlıyorlardı. Bugün maalesef evinde de olsa terzilik yapan bir kadınımız var mıdır? Bilmiyorum. Halk Eğitimin açmış olduğu kurslar, köy enstitülerinin yetiştirmiş olduğu eğitimciler bu memlekete çok büyük hizmet etmişlerdi. O yıllarda “Kadının Adı Vardı” Şimdi her şey hazır giyime kaldı. Yiyeceklerimiz de hazır ambalaj içinde. Bu güzel kasabamıza emeği geçen tüm kadın terzilerimizi saygıyla anıyorum. Aramızdan ayrılanlara Allahtan rahmet diliyorum. Nur içinde uyusunlar. Sağ olan arkadaşlarıma ve büyüklerime de sağlıklı günler diliyorum.

Kalın sağlıcakla…



ALAÇATI’NIN İLK OTELLERİ

1952 doğumluyum. Okuma yazmaya başladığım yıllarda Alaçatı Pazaryeri Cami’nin karşısında dükkanların birisinin köşesinde kıyıları ahşap, ortası teneke olan bir tabela okumuştum: “KISMET OTELİ”. Beyaz, Alaçatı taşından yapılmış yola bakan balkonda bir bir amca ve eşi otururdu. İmrenirdim kendilerine. İkisi de yaşlılardı bana göre. Sonradan adını öğrendim “Hasan Çetin”miş. Otelin altında iki dükkân vardı. Dükkânlardan bakkal olanı oğlu Ahmet Çetin, tuhafiye olanı küçük oğlu Salih Çetin işletiyordu. Ben Hasan Beyin torunlarının birçoğuyla arkadaştım. Torunları bu bizim dedemizin oteli derlerdi. Okulumu bitirdikten sonra terzi olmaya karar vermiştim. Hasan beyin oğlu Ahmet Çetin’in çocuklarıyla dükkânımız çok yakındı.

Akşam eve gitmeden önce terzi dükkânına uğrarlar ve geç saatlere kadar muhabbet ederdik arkadaşlarla. Hasan bey son yıllarda artık yaşlanmıştı. Otele müşteri geldiği zaman müşteri bizim terzi dükkânına gelir ve bize “Otel kapalı. Biz kapıyı vurduk ama açan olmadı” deyince torunlarının kapısını vurup dedenize müşteri geldi bir zahmet yardımcı olur musunuz? derdik. Torunları da yardımcı olurlardı ve müşterisi otele giriş yapardı.1950’li yıllardan 1980’lere kadar Hasan Bey Oteli hizmet vermiştir. Daha sonra 1984 yılından sonra Nazım Aydoğdu Belediye Başkanı olarak Avrupa’ya iş seyehati için gitti. Döşünde Avrupa’da trafik kazası geçirince kaybettiğimiz Belediye Başkanımızın ardından ara seçim yapıldı. Anavatan partisi adayı olan Sayın İsmet Sarı seçimleri kazanınca Özal kabinesinde Turizm bakanı olan Sayın “Mükerrem Taşcıoğlu” Belediye Başkanı olan Sayın İsmet Sarı ile konuşup “bu beldeyi çok beğendim ve burada yaşayan arkadaşlarımıza Turizm teşvik kredisi vererek pansiyon turizmini canlandıralım dedi” ve sonra bu proje uygulamaya başladı. Alaçatı’da yaklaşık on aileye pansiyon adı altında teşvik kredisi verildi. Bu arkadaşlarımız yaşadıkları evlerini pansiyon olarak işletmeye başladılar. Hacımemiş Mahallesi’nden İskender Sezginer Balkanların en büyük oteli olan Altınyunus’ta garson olarak çalışıyordu. Çok eğitimli bir arkadaşımızdı. Sempatik güler yüzlü ve naif bir kişiydi. Çok güzel bir pansiyon sahibiydi. O yıllarda Çeşme Otobüsleri İzmir’den gelirken Alaçatı’ya uğramazlardı. Alaçatı’ya gidecek olan yolcuları Ilıca’da otogarda indirirlerdi. İskender Alaçatı’dan Ilıca’ya gider ve müşterilerini karşılayıp onlara taksi kiralayarak misafirlerini Alaçatı’daki pansiyonuna getirip ağılarlardı.1987 yıllarında Alaçatı’da daha 13 adet pansiyon işletmesi vardı. Buradan eski Başkanımız sayın İsmet Sarı’yı rahmet ve saygıyla anmak isterim. Eskinin şirin beldesi, bugün elit turizm mekanına dönüştü. Bu dönüşüm beraberinde hem olumlu hem olumsuz etkileri getirdi. Bu gelişmelerin olmasının faydalı yanı, beraberinde bir çok yenileme, restorasyon, düzenleme gibi çalışmalara neden oldu. Turizmle beraber yapılan yenilenmeler, mekanların doğru kullanıldığı taktirde gelecek nesillere aktarılmasını sağlayacaktır. Yerel halkın kentin içinde kalması, bulunduğu yerde yaşaması çok önemli bir olgudur. Yerel halk orada yaşadığı sürece doğal yapı ve Alaçatı kültürü de canlı kalmaya devam edecektir. Alaçatı’yı bugüne getiren üretim ilişkilerinin, bundan sonra da turizm ağırlıklı üretim şekli ile yeni bir noktaya ulaştırması kaçınılmaz bir gerçektir. Önemli olan bu durumu olumlu bir hale dönüştürmektir. Mevcut turizm yaz sezonundan 12 aya yayıldığında, bu durum otel ve mekanlara da yansıyacaktır. Kalın sağlıcakla…

YAŞANMIŞ ANILAR!

YAŞANMIŞ ANILAR!  Bir köy çocuğu olarak geldim dünyaya. Bir yılkı atı kıvamında büyüdük yetiştik, türlü badireleri geçerek. Bu zamana gelinc...