ALAÇATI’NIN BEREKETLİ TOPRAKLARI!

Hacımemişağa mahallesini dostlarıma yıllardır hep anlatırım! Eskiden Alaçatı’da üç mahallemiz vardı. Hacımemişağa, Tokoğlu, Yenimecidiye. Bunlara yakın zamanda üç tane daha eklendi. İsmet Paşa, Fevzi Çakmak, Menderes, mahalleleri, Alaçatı, toplam altı mahalle oldu.

Alaçatı’nın en fazla tütünü, anasonu, kavunu, yaz kış tükettiğimiz sebzeleri Hacımemişağa mahallesinde oturan insanlarımız üretirdi. Balıkçılarımızda bu mahallenin insanlarıydı. Halen de balıkçılık işini devam ettiriyorlar. En sonunda Balıkçılık Kooperatifi bile kurdular. Denizden tuttukları balıkları kooperatif aracılığıyla oluşturdukları mezatta pazarlıyorlar. Alanı da satanı kollayıp gözeten geleneksel bir yöntem!Ama serbest piyasa ekonomisi karşısında duramıyorsunuz. Kapitalizmin acımasız ve ülkemizdeki çarpık seyri, her yerde olduğu gibi burada da en verimli arazilerimizi konut alanlarına dönüştürdü. Butik otel veya yazlık konut yapımı amaçlı elimizin altından kayıp gittiler! Yazık oldu bu verimli topraklara. Viyadükün kuzeyinde bulunan hurmalık ovası diye bildiğimiz arazilerimizde insan boyu tütün yetişirdi. Hatırlarım, bazen hiç belimi bükmeden uç altı tütün kırardım buradaki tarlamızda.Çakmak ovasında karpuz dikerdik. Karpuzlarımız hasat edildiği zaman, bir ödemiş keletirine dört tane karpuz sığdıramazdık. Toprak o kadar verimli idi! Buğday ona keza, sırf başak yapardı. Dönüm başı 220 kilo, halk tabiriyle on beş on altı teneke buğday elde edilirdi.Vatandaş bu buğdayları un değirmenlerinde öğütüp herkes ekmeğini kendi unundan yapardı. Fırından ekmek almak lüks sayılırdı. Değirmen para yerine öğütme karşılığı vatandaştan yüzdelik hesabı un alırdı. Zeytinyağı fabrikalarının yaptığı gibi!Ekonomik durumu biraz yerinde olan aileler, yetiştirdikleri ürünleri at arabalarıyla taşıtırlardı. Sabah namazında tütün kırmağa gidilir. Saat 08.00 gibi tarladan dönülür. Tüm aile fertleri el birliği ile kırımdan getirdikleri tütününü ipe dizerdi.Harman zamanı ise ailenin erkekleri ve erkek çocukları düveni beygire sarar, doğru harman yerine. Güneşi altında altı saat harman kovarlardı. Hava serinleyince eve dönülür, tekrar tütün kırmaya gidilirdi. Vatandaşımız ürettiği buğdayı, yulafı, anasonu, harman yerine eşekle, beygirle, taşırdı. Harman yerlerimiz Şehitliğin arkasındaki liman ovasının başlangıç yerindeydi. Bu gün viyadükün geçmiş olduğu alan!Çeşme’nin o meşhur beyaz soğanı, hurmalık ovası ve çakmak ovasında yetiştirilirdi.Soğan deyince hemen aklıma soğancı rahmetli Muharrem Belge geldi. Kendisine bu lakabı halkımız vermişti. Kasabanın soğanını tarlalardan o toplardı, kamyonla. Muharrem ağabeyin hayatı İzmir’in Eşref Paşa Pazarında Çeşme soğanını tanıtmakla geçti.Muharrem Belge’nin babası Orhan amca da, Hacımemişağa mahallesinin tek kara fırınının sahibiydi. Hayatı boyunca burada fırıncılık yapmıştı. Tarım işiyle uğraşan aileler yazın tütün ekimi veya işlerinin çok sıkışık olduğu dönemlerde evlerindeki fırınlarını yakmak yerine, hazırladıkları ekmek hamurlarını tepsiye dizer, aile reisi ekmek tepsisini başına aldığı gibi doğru Orhan amcanın fırınına getirirdi. Orhan amca bu tepsileri fırınında pişirir ve tepsi sahiplerini de tanırdı. Hiç kimsenin tepsisini karıştırmazdı. Ama ne güzeldi onun doğal undan pişirdiği o buğday ekmekleri! Mis gibi kokardı, hala burnumda tüter.

Hey gidi o eski günler hey! Hayali bir cihan değer…

(03/07/2011 yılında yazmış olduğum yazım.)

 

        Ömer ÖNAL                                                                                              

DOĞA SEVGİSİ

Şirin güzel memleketimden söz etmek isterim. Yedi tepe dağında ve ormanında yabani hayvan ve bitki örtüsü, mevcut kurmaca ve karmaşa âleminden çekip alarak, gerçek ve doğal ortamın bir parçası olan köy yaşantısı içine alır insanı.

Özellikle köylerinde (bugün artık mahalle oldu) tattığımız ve damak tadı bırakan kelle  peyniri, süt, kaymak, yoğurt, peynirden sonra yapılan loru çok lezzetlidir. Bunu herkesin bildiği kanaatineydim…Kimi zaman elde şişle örülen şallar, koyun yününden yapılmış yün kazaklar, köy kuyularının başında kadınların sohbetleri, misafirperverliğiyle ve genelde kurban kavurmasıyla başlı başına bir kültür, güzelliği ile doğa hazinesidir bu yerler.Yaz - kış dağların eteklerinde yeşil olan ormanları. Yöre insanları dört bir yanda hayvanlarını otlatmak için dağların yükseklerine çıkmaya başlarlar. Yaz sıcaklıklarının etkili olduğu günlerde ise, yayla yerleşkelerinden, soğuk ve billur gibi temiz pınarların kaynadığı, serin sulardan faydalanırlar. Bitki türleri bakımından çok zengin olan bu dağlar ve ormanlar, alt yamaçlardan başlayarak yukarılara yükseldikçe pırıl pırıl güneş, bol oksijenli tertemiz havası ile bitki türlerinde de değişiklik ve çok daha zengin bir çeşitlilik başlar. Mevsimine göre dağ lalesi, nergis, sümbül, gelincik, lavanta, nane, semizotu, papatya, gelincik lalesi, menekşe, yabangülü, yayla çiçeği, zembil, kekik, gibi binlerce çeşit bitkiler bu dağları süsleyip doyumsuz güzelliklerini sergileyip ve kokularını yayarlar. Yaban armudu, kuşburnu, ceviz, alıç ve daha isimlerini unuttuğum ya da bilmediğim sayısız yabani yemiş bu dağları ve vadileri süsler.Yeşil dağlarımızda yaşayan, porsuk, tilki, tavşan, kurt, çakal, sansar, sırtlan gibi hayvanlar doğal ortamları ile gözlenebilirdi. Sürüngen türlere de sık sık rastlamak mümkün. Yılan, kirpi, kertenkele, kaplumbağa, kurbağa ve daha nicelerine…Kanatlı hayvanlardan bıldırcın, şahin, atmaca, akbaba, baykuş, doğan, keklik, ördek, kaz, kartal, bülbül, kırlangıç, ağaçkakan, güvercin, ibibik, karatavuk, turaç, bıldırcın, üveyik, çulluk gibi kuş türleri ile ala karga türleri ve yarasayla yüzlerce böcek türü yaşamaktadır.Ayrıca oralarda yaşayan insanlar için henüz derlenmemiş binlerce masal, efsane, anlatı ve çeşitli menkıbeleri vardır. Halk arasında anlatılan, ama henüz yazıya geçmemiş belki onlarca rivayet vardır. O dağ sularının sertliği ve yumuşaklığıyla yaşayan insanların ruhsal şekillenmesinde önemli bir yeri vardır. Artık yavaş yavaş bu doğa ve yaşayan canlılar yok olmakta. Rüzgar gülleri bir çok canlıları yok etti. Taş ocakları dinamit sesinden yaşam alanlarını terk ettiler. Delta da yaşayan göçmen  kuşlar terk etmekteler. Doğamıza sahip çıkamıyoruz. Bir kaç tane çevre gönüllüsü mücadele ediyor ama yetersiz. Yarımadada yaşayan binlerce insan ilk olarak çevremize sahip çıkmak zorunda. Birlikten güç doğar. Elele vermek zorundayız.Artık çevremizdeki güzelliklerin farkına varalım. Çeşme projesini söylemiyorum bile!Şehrin o boğucu havasından ve ruhsal yönden insanı hasta eden o hengâmesinden bir an için sıyrılıp dağlardaki ve ormanlardaki doğal ve otantik, egzotik güzelliklerin farkına varalım. Şöyle dağlara doğru biraz yol alalım. Hemen hafta sonu gitmeye ne dersiniz henüz vakit varken?

 Kalın sağlıcakla…

YAŞANMIŞ ANILAR!

YAŞANMIŞ ANILAR!  Bir köy çocuğu olarak geldim dünyaya. Bir yılkı atı kıvamında büyüdük yetiştik, türlü badireleri geçerek. Bu zamana gelinc...