ALAÇATI'NIN TEK KİTAPÇISININ GÜRÜLTÜ İSYANI

Alaçatı'nın tek kitapçısının gürültü isyanı


Her yıl tartışmalara ve tepkilere yol açan Alaçatı Mahallesi'ndeki gürültü sorunu, Alaçatı'da 30 yıldır kitapçılık yapan Alaçatı Kitabevi sahibi Ömer Önal'ı da isyan ettirdi.



Alaçatı nın tek kitapçısının gürültü isyanı

Sosyal medya sayfasında yazdığı bir yazı ile isyanını dile getiren Önal, "Yetti, yetti artık diyorum. Alaçatı Kemalpaşa Caddesi’nde kitabevim var. 1989 yılından beri bu işi yapıyorum. Her yıl mekanımın önünde, ünlü yazarları davet edip, Alaçatı halkınla bu güzel edebiyat insanlarını buluşturuyorum. Amacım para kazanmak değil, Alaçatı’da okur sayısını arttırmak. Bir kitap fazla okunsun diye emek harcıyorum!" diyerek, Alaçatı'nın tek kitapçısı olarak, insanlara kültürel katkı sağlamayı amaçladığını ifade etti. 

"Çaldığın müziği herkes dinlemek zorunda değil ki, güzel kardeşim"

Sosyal medya sayfasındaki paylaşımında, son yıllarda Alaçatı'nın tüm cadde ve sokaklarının meyhane ve barlarla dolduğunu vurgulayan Önal, "Meyhane kültürü apayrı bir kültürdür. Halit Ziya Uşaklıgil’in 'İzmir Hikayeleri' kitabındaki anlatımı gibi, insan arada bu meyhanelere gidip sohbet etmek istiyor. Ama Alaçatı’daki meyhaneler öyle mi? Sadece gürültü yapmaktalar. İki kişi bir masaya oturup iki çift laf edemez halde. Birbirleriyle konuşurken seslerini duyurmak için bağırmaktan nefes alamaz durumda. Senin mekanında çaldığın müziği herkes dinlemek zorunda değil ki güzel kardeşim" diye belirtti. 

"İki yıldır yazar getiremez hale geldim" 

Her yıl, Türkiye‘nin ünlü edebiyatçılarını okurlarla Alaçatı'da buluşturmak için mücadele ettiğinin altını çizen Önal, "İki yıldır yazar getiremez hale geldim. Önceki yıllarda gece yarılarına kadar açık tuttuğum kitabevimi artık 18:00 - 19:00’da kapatmak zorunda kalıyorum. Neden? Gürültüden oturulamaz olduğundan tabii ki. Geçen yıl bir yazar arkadaşım imza gecesini gürültüden dolayı kesmek zorunda kaldı. Bana: 'Ömer bey, başımız şişti ve okurlarla sohbet edemiyoruz. Kitabı imzalamak için okurun ismini sorduğumda duyamıyorum' dedi. Haliyle imza vermeyi bırakıp gidiyorlar. Bu sene de imza günlerini gürültü nedeniyle gerçekleştiremiyoruz. Bizlerin de iş yapmamıza engel oluyorlar" diye kaydetti. 

"Sabahları dükkanıma gelmek istemiyorum"

Gece geç saatlerde mekanlardan dışarıya bırakılan çöplerden de şikayetçi olan Önal, "Sabahları dükkanımı açmak için dükkanıma gelmek istemiyorum. Meyhane sahipleri gece biriken çöp torbalarını benim dükkanımın önüne bırakıyorlar. Çünkü kendi dükkanlarının önü pislenmesin istiyorlar.  Başkasının dükkanının önü kirlenirse kirlensin, kendi dükkanının önü temiz kalsın istiyorlar. Meyhane yada bardan çıkanların aşırı alkollü olmaları yüzünden çoğu sabah dükkanımın önünündeki kusmukları klorakla temizlemekten bıktım artık. Çiçeklerimin olduğu saksılardaki peçete ve artıkları temizlemekten nasıl bıktığımı anlatmıyorum bile... Nasıl bir komşuluktur, nasıl esnaflıktır bu, anlamış değilim. Bileniniz varsa söyleyin bana... Bakalım daha neler görecek bu gözler?" diyerek isyanını dile getirdi. 

Alaçatı'nın yerlisi olan Alaçatı Kitabevi sahibi Ömer Önal'ın sosyal medya sayfasında yazdığı paylaşıma çok sayıda destek mesajı geldi. 

8 Temmuz 2019 Pazartesi 

AZİZ NESİN

 Türk Mizah Edebiyatı alanında ülkemizi Dünyada gururla temsil eden ve Türk Edebiyat Tarihinin yetiştirdiği en büyük değerlerden olan Aziz Nesin’i; O dönemki adıyla Dost Kitabevi olan kitabevimin konuğu olarak 5 Temmuz 1995 yılında imza ve söyleşi yapmak üzere Alaçatı’da ağırlamıştık.


5 Temmuz 1995 İmza günü ardından aynı günün akşamı ilçemizde hayatını yitirdiği tarihin de yıldönümü…

Büyük Usta Aziz Nesin’i vefatının  26. yılında saygıyla ve hasretle anıyoruz...



SABAH YÜRÜYÜŞLERİ

Dün sabah yaşımızın ilerlemesi gereği olacak ki, sabah biraz erken kalktım. Evimin cümle kapısından çıktım, ağır adımlarla yürüdüğüm sırada güneş ışınları tan yerini aydınlatmıştı. Mis gibi bir hava, hafif bir rüzgâr esintisi, insanın yüzünü okşuyordu. Kısa kollu gömleğimi giymişim, biraz üşür gibi oldum. Bir kaç adım yürüdükten sonra vücudum ısınmaya başladı.Eski mezarlığın yanından geçerken bu mezarda yatan yakınlarıma, önemsediğim ve dostlara bir Fatiha okuyarak yanlarından uzaklaşarak yoluma devam ettim.

Sabır taşlarındaki yazılar dikkatimi çok çekti bu yazıları okumamak mümkün mü.? Okumadan geçemiyorsunuz. Bir tane mezar taşındaki yazı beni çok etkiledi. Bu şairane yazıyı sizlerle de paylaşmak isterim“Bizler de gezerdik sizin gibi. Siz de geleceksiniz bizim gibi...” başımı öne eğip ayrıldım mezar taşlarından.Beni yüreğim beni nereye götürürse... Yüreğim Hurmalık mevkiine doğru dedi. Bende hurmalık ovasına doğru dedim ayaklarıma, Rahmetli dedem; Nalbant Mustafa (Baysal’a) ait olan arılı evin yanındaki yeni mezarlık yolundan eski sahibi Şaban Albayrak’ın zeytinlik bahçesinin yolundan, Karaköylü Nigar’ın bahçesi Ayhan Aydan’a ait diye bildiğimiz enginar tarlasının yanındaki yolundan geçerken insanın yüreği sızlıyor.Güzelim zeytinlik tarlaları, yüksek duvarlarla çevrili Nigar Abla’nın bahçesinde, aklınıza ne tür sebze ve meyve geliyorsa yetiştiriliyordu. Bugün artık bu güzel bahçelerin yerini taş binalar almış. Atatürk Bulvarı’nın çift taraflı geçmesi nedeniyle yolun ortasında kalan eski Karakol kuyu’nun çevresinde duraklıyorum. Karakolkuyu’nun eski günleri geçiyor gözlerimin önünden. Alaçatı üreticileri iş ve tarla dönüşlerinde, eşeklerine keletirlerini sarmışlar, kuyunun başında buz gibi kuyu suyunu testilerine doldurmalarını, yerden bir metre yüksek olan kuyunun yanındaki yalağı kuyudan çekilen kovalarla yalağı doldurup hayvanların su içmelerini sağlayan insanlar bir film şeridi gibi geçti gözümün önünden…Karakol Kuyu’nun yanından yeni yapılan otogara giden yola saptım. Otobanın ikiye böldüğü Hurmalı Ovası’nda bulunan arazilerin üstünde yine çok lüks villalar yapıldı. Bu çok şirin görünen villaların çoğu butik otel olarak Alaçatı turizmine hizmet ediyorlar. Bu binaların yerlerinde daha önceleri tarım yapılırdı.Hurmalık Ovası’nın çok bereketli toprakları, İlkbaharda önce ekin ekilir, ekinler toplanır, tekrar sürülüp yaz sebzeleri dikilirdi. Tütün dikimleri bitince tütün çapa işleri başlardı. Tütünleri çapalarken karnımız acıktığı zaman annem tarlanın kıyısındaki sınırda ateş yakar, iki tane taşı yan yana koyup üstüne evden getirilen çukaliyi taşın üstüne koyardı. Yemeğimiz böylece odun ateşinde pişerdi. Bahçemizde yetiştirdiğimiz domates ve salatalıklarımızı Annem bir sofra bezine sarılmış domates ve salatalıkları kuyudan çektiğimiz buz gibi suda yıkayıp dinlendirdikten sonra, bol soğanlı ve evimizin bahçesinden topladığımız nanelerle beraber salatamızı yapardı. Sonra incir ağacının koyu gölgesinde öğlen yemeğimizi yerdik. O yıllardaki domates ve salatalıkların lezzeti halen damağımdan gitmiş değil. Hurmalık Ovası’nda bulunan Murat Hoca’nın tarlalarını üç sene icarlamıştık. Üç sene içinde bu topraklarda çok tütün ve zerzevat yetiştirdik. Murat Hoca’nın tarlasının tam ortasında büyük bir kuyu vardı. Kuyunun haznesi geniş ve çok derindi. Pancar motor uzun süre çalışır, kuyunun suyu bitmezdi.Bu anılarımı düşününce anladım ki seneler ne çabuk geçivermiş…Eski günleri yâd ederek, kendimi Barbun’un eski binasının önünde buldum. Karşımda bulunan Hüseyin Saatli’nin evinin önünden, kendi dükkânıma geldim. Güneş epeyce yükselmişti. Zamanın nasıl geçtiğini fark edememişim

Kalın sağlıcakla…

 20/06/2012  yılında yazmış olduğum yazım   


                                                                                                           

 

 

 

YAŞANMIŞ ANILAR!

YAŞANMIŞ ANILAR!  Bir köy çocuğu olarak geldim dünyaya. Bir yılkı atı kıvamında büyüdük yetiştik, türlü badireleri geçerek. Bu zamana gelinc...