HIFZI TOPUZ

 

HIFZI TOPUZ 

Hıfzı Topuz 2011 yılında Alaçatı’da Kitapevime imza gününe katılmıştı. İmza gününden bir gece evvel, Salim Kadıbeşegil bizi balık retoranında ağırlamıştı. Hıfzı Hoca yemekte; “Hava Kurşun Gibi Ağır” romanından Nazım Hikmet ile olan anılarını anlatmıştı. Nazım Hikmet’in kendi sesinden olan bir de CD hediye etmişti. Nazım Hikmet anılarından sonra, “Elbet Sabah Olacaktır” romanında ise Tevfik Fikret’in anılarını anlatmıştı. Bu iki büyük Şairden sonra Haziran ayında çıkmış olan   Çılgın ve Özgür” kitabında ise Neyzen Tevfik’in hayatına yer vermişti. Hıfzı Topuz Hoca’nın yazmış olduğu eserlerini okumaya çalışıyorum. Bir iki tanesi hariç, tüm kitaplarını okudum. Son çıkan üç kitabı beni çok etkiledi. Anılar buram buram gözlerimin önünden geçiyor. Sanki o yıllarda yaşamış gibi oluyorum. “Çılgın ve Özgür” kitabından çok etkilendim. Kitabın ilk bölümlerinde yer alan Neyzen Tevfik ile Atatürk’ün buluşmasını sizlerle paylaşmak isterim.

            Yıl 1925. Gazi Mustafa Kemal; yurt gezlerinde Bursa’da bir günün akşamında tatlı bir sohbet havası içinde, Şair Eşref’ten söz açılır. Sofradakilerden her biri Şair Eşref’ten birkaç dize okur. Şair Eşref’in yiğeni olan Balıkesir Milletvekili Ahmet Süreyya Bey de;  “Paşam”dedi, “Amcamın şu meşhur dizeleri hiç aklımdan çıkmadı”

 

                                       Şimdi pek çok tekkeler tembel yatağıdır.

                                      Bütün medrese sakinleri asker kaçağıdır”

 

Sofradakilerden biri şöyle der: “Paşa Hazretleri; Şair Eşref öldü ama onun yolunda giden, onun müridi Neyzen Tevfik de ondan aşağı kalmaz. Adını duydunuz mu?”

            “Duydum elbette. Bazı şiirlerini de bilirim. Kendisini tanır mısınız?”

Ahmet Süreyya Bey hemen atılır.

“Elbet Paşam, iyi tanırım.”

“Şimdi nerelerdedir acaba?”

“İstanbul’da bir yerlerde kalıyor. Ama bu günlerde kendisini Balıkesir’e oğlumun sünnetine çağıracağım. Ne yapar eder, gelir. İzin verirseniz size tanıtmak isterim.

“Ya; sevinirim.”

“Emredersiniz paşam. Neyzen de çok mutlu olacaktır. Size sonsuz muhabbeti vardır. Üç yıl önce kurtuluş Savaşı’nın coşkusu içinde Ankara’ya gelmiş, bir süre Etlik’te kalmıştı. Size ulaşamadığını biliyorum. O heyecan içinde size uzun bir şiir yazmıştı. Aklımda kalan bir kıtayı size okuyayım:

 

                                                   Başkumandan çok yaşa!

                                                  Mustafa Kemal Paşa

                                               Destanların yazıldı

                                               Bastığın dağa taşa...

 

Gazi gülümseyerek; “Gelsin de şiirlerini kendisinden dinleyelim.”

            Ertesi sabah Ahmet Süreyya Bey’in ilk işi postaneye koşmak oldu. Gazi Mustafa Kemal’in emriyle yazılmış olan telgraf için posta memurları seferber oldular. Ve sonunda o gün Neyzen gerçekten de Vezirhan’daki meyhanede her zamanki masasında dostlarıyla sohbet ediyordu. Postacı Neyzen Tevfik’in yanına yanaşır; “Tevfik Abi, seni Mustafa Kemal Paşa Balıkesir’e emrediyormuş”

Neyzen bunu soğuk bir şaka sanarak, postacıya okkalı bir küfür savurur. Postacı fena afallar.

Neyzen telgrafı alır ve bakar ki emir büyük yerden. Neyzen etrafındakilere bakar, “Yahu şaştım kaldım. Gazi Paşamız Neyzen hemen Balıkesir’e gelsin diyormuş.” Neyzen, Paşa’nın emrettiği gibi meyhaneciden borç para bulur, güç şartlar altında Balıkesir’e varır. Balıkesir’de büyük bir insan seli Mustafa Kemal Paşa’yı karşılar. Paşa Balıkesir Belediyesi’ndeki ziyaretinden sonra, halk coşkulu bir vaziyette paşaya sevgi gösterisinde bulunurlar. Paşa halka konuşma yapar. Neyzen de halkın arasında Mustafa Kemal Paşa’yı ilk kez dinlemektedir. Paşa’nın sözleri Neyzen’in içini aydınlatır. O sırada Ahmet Süreyya Bey ile karşılaşırlar. Süreyya Bey ona; “Tevfik; Bu akşam Askeri Gazino’da olacağız. Orada oğlumun sünnet düğünü var, seni Paşa Hazretleri’ne tanıtacağım. Sonra da neyini üfleyeceksin. Paşa seni dinlemek istiyor”der.

            O akşam Ahmet Süreyya Bey, yemekte Paşa’ya Neyzen’i tanıtırken yüzlerde tatlı bir gülümseme göze çarpıyordu. Neyzen ellerine sarılıp öptükten sonra, Gazi kendisine masada yer gösterdi. Az sonra da Süreyya bey’e dönerek;

            “Neyzen’i getirdiğinize çok sevindim.”dedi.” Bakalım bize ne dinletecek?” Masada tatlı bir sohbet başlar. Neyzen lafa karışmadan dikkatle onları dinliyordu. Kadehler dolduruldu, sofrada rakı içmeyen yoktu. Zaman hızla akıp giderken Gazi; “Tevfik Bey hadi bakalım, sahneye buyurun da sizi dinleyelim,”dedi.

            Neyzen heyecan içindeydi. Son yıllarda bu kadar telaş etmemişti. Neyini torbasından çekerek ağır ağır sahneye ilerledi. Balıkesirliler kendisini tanımıyordu, onu sıradan bir saz şairi sanmışlardı.

Neyzen başladı neyini üflemeye. Önce bir taksim yaptı, sonra kendi bestelerine geçti. Salonda çıt çıkmıyordu. Herkes onun değerini anlamış gibiydi. Uzun uzun alkışladılar. Sahneden ayrılmak için her ayağa kalkışında, devam etmesi için sürekli alkışlarla kendisini yeniden oturttular. Neyzen sonunda;

“Beni çok mutlu ettiniz Paşa Hazretleri” dedi.  “Lütfedip beni dinlediniz. Nezaketinizi suiistimal etmeyeceğim.” Bunları söyledikten sonra masadaki yerine geçti. Paşa onu yanına oturttu. Neyzen’in elini göğsüne bastırarak dakikalarca tuttuktan sonra:

            “Ne büyük, ne kıymetli ruhun var” dedi. Sonra da, “Neyzen ne istersin?” diye sordu.

“Sayenizde her şeyim var Paşam, teşekkür ederim. Bir şey ister canım. Sizden bir nüfus teskeresi isteyeceğim. Emir buyurursanız, mutlu olurum.”

            “Senin nüfus tezkeren yok mu?”


            “Yok paşam. Bundan önce hükümet mi vardı ki, nüfus tezkerem olsun?”

            Kısa zamanda Neyzen,  nüfus tezkeresine kavuşur. Gazi ona bir ney yollamıştı. Neyzen bunu yaşamının son günlerine kadar duvarından hiç indirmedi. Neyzen Tevfik ve Paşa buluşmasını Hıfzı Topuz böyle anlatmış. Kitabı okurken, beni sanki o günlere taşıdı. Neyzen Tevfik ve Mustafa Kemal Atatürk Paşa’nın masasında hissetim kendimi. Çok etkilendiğim ve okurken bitmesini istemediğim bir kitaptı “Çılgın ve Özgür”. Okumadıysanız okumanızı öneririm.

Kalın sağlıcakla.

 

2011 yılında imza gününden sonra yazmış olduğum yazım. Hıfzı Topuz hocamı rahmet ve şükranla anıyorum.

ESKİ YILLARA ÖZLEM!


15 Eylül Alaçatı, 16 Eylül Çeşme’nin düşman işgalinden kurtuluş günleridir.101 yıldır her sene bu günleri büyük bir coşkuyla kutlamaktayız.
Çocukluk yıllarımda Alaçatı’nın Kurtuluşu yaklaştığı günlerde, tütün üreticileri uç altınlarının kırıldığı son elleri. Bir an önce tütünlerini tarlasından toplayıp kıramandalaya asıp kuruduktan sonra toplayıp hasırların üstünde sergiye yatırıp kurumaları bittikten sonra da sabah çiğ yağmasını bekler. Çiğin yağdığı bir sabah erkenden herkes dörder beşer kargı elinde taşıyarak evinin en büyük odasındaki istife koyardı.
15 Eylül’e kadar bu işleri aceleye getirip bir an önce tütünlerini toplayıp Kurtuluş bayramında daha güzel eğlenebilsin diye.
14 Eylül’de Belediye işçileri doğadan toplattığı mersin dallarından bütün esnaflara birer kucak dolusu bırakırlardı. Esnaf da mersin dallarını dükkânın önünü yeşil mersin dallarıyla süslerdi. Alaçatı sokakları yemyeşil doğa kokardı. DükkânlarTürk Bayrak’larıyla süslenirdi. Bütün sokaklar yeşil Kırmızı, gelincik tarlası gibi yabani mersin kokardı.
15 Eylül günü saat 16.00’da Cumhuriyet Meydanı’nda toplanılır, günün anlam ve önemini Belediye başkanı halka anlatırdı. Cumhuriyet Meydanı’ndaki törenler bitince Alaçatı Şehitliği’nde yatan Konya Ilgın’lı Mustafa Çavuş, Sinoplu Ahmet Çavuş ve Alaçatı’ya 15 Eylül’de özgürlük bayrağını çeken Üsteğmen Selahattin Selışık şehitlerimizi, anar, saygı duruşunda bulunur ve bizlere yaşanılır bir ülke bıraktıkları için 101 yıldır şükranlarımızı sunardık.
Alaçatı’da beygiri olanlar kortejin başlama yeri olan Cumhuriyet Meydanı’nda süvari birliklerini temsilen törene atlarıyla gelirlerdi.
Tören başladığı zaman İstiklal Marşı okunduktan sonra tören kıtası havaya kuru sıkı mermiler atar Belediye Binası’nın üstünde bulunan canavar düdüğü “Siren”üç dakika bağırtılırdı. Alaçatı o gün canavar düdüğünden inlerdi. Katılamayan yaşlılar evinin penceresinden bakarak törendeki korteje gözleri yaşlı olarak ellerinde bayraklarla selamlardılar.
Başlarında Karakol Komutanı ve birkaç tane jandarma askeri de katılırdı. Yerel halkla asker elele verirdi. Esnaflar kamyonetlerden halka hediyeler atarlardı. Kasaplar küçük kesekâğıdına sarılı kıyma veya et, bakkallar avuç avuç şeker dağıtırlardı. Alaçatı yerel halkı sokakları hınca hınç doldururdu.
O yıllarda amfi tiyatro yoktu. Alaçatı’nın kutlamaları Cumhuriyet Meydanı’nda, daha sonraları meydan yeterli olmayınca spor sahasında yapılmaya başlanmıştı. Gündüz resmi törenler bittikten sonra Alaçatı halkı çoluk çocuk, erkeği kadını, herkes yerel çalgıcılarla, davul zurna eşliğinde eğlenilirdi.
Bu topraklar öyle kolay kazanılmadı. O günleri yaşayanlar çok iyi bilirler. Bizler bu ülke için bu vatan topraklarını canlarıyla kazanan şehitlerin ve gazilerin torunlarıyız.
Bizlere bu güzel vatanımızı emanet eden şehitlerimize, gazilerimize sahip çıkmalıyız.
Son yıllarda ülke olarak resmi ve kurtuluş bayramlarımıza biraz duyarsız kalmaktayız. Törenlere çok az sayıda duyarlı kişi katılıyor. Kutlama günlerine katılmıyoruz Bırak katılmayı dükkanlarına, evinin penceresine Türk bayrağını bile asmıyorlar. Neden böyle olduk… Kurtuluş savaşında verilen mücadeleden önce insanlarımızın çektiği çileleri öğrenmek için size birkaç tane kitap önermek istiyorum okumayanlar için.
Bilhassa genç kardeşlerime seslenmek istiyorum. Gençler bu kitapları okusunlar ki bu topraklar nasıl kazanıldı öğrensinler.
- Kutsal İsyan / H. İzzettin Dinamo
- Şu Çılgın Türkler / Turgut Özakman
- Ateşten Gömlek / H. Edip Adıvar
- Halas / Mehmet Rauf
- Sahnenin Dışındakiler / A. Hamdi Tanpınar
- Toz Duman İçinde / Talip Apaydın
- Kalpaklılar / Samim Kocagöz
- Esir Şehrin İnsanları / Kemal Tahir
bu eserleri okumayan kardeşimiz tabiî ki Kurtuluş Savaşını ve bu toprakların nasıl kazanıldığının farkında olmayabilir.
Lütfen okuyalım okuduktan sonra da bu topraklara nasıl sahip olduğumuzu nasıl mücadele edildiğini öğrenelim, bu vatan için mücadele eden Gazi ve şehitlerimizi rahmet ve şükranla anıyorum.
15 EYLÜL ALAÇATI KURTULUŞ BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN.
Kalın sağlıcakla…
Bir anıt ve yazı görseli olabilir
Tüm ifadeler:
Veysel Ayhan, Selma Artar ve 49 diğer kişi

BİR ZAMANLAR ALAÇATI'DA KİTABIM.




 İnsanlar vardır; bir adım daha ileriye gider, yaşamın kendilerine dayattığı kısır döngüyü kırarak yerel düzeyde toplumsal liderlik yaparlar, çevrelerindeki insanları aydınlatırlar, doğru düşünce ve hedeflere yönlendirirler.

İşte Ömer Önal, bu gruba giriyor. Yaşamın koşulları ile boğuşurken yerel sorunları, memleket sorunlarını, siyasal ve toplumsal konuları kendisine dert ediniyor. Bunlar üzerinde düşünüyor, konuşuyor, yazıyor... Daha da ileriye giderek çevresindeki insanları yönlendiriyor.
Alev Coşkun
Eski Turizm ve Tanıtma Bakanı
Cumhuriyet Vakfı Başkanı





















YAŞANMIŞ ANILAR!

YAŞANMIŞ ANILAR!  Bir köy çocuğu olarak geldim dünyaya. Bir yılkı atı kıvamında büyüdük yetiştik, türlü badireleri geçerek. Bu zamana gelinc...