YILLAR ÖTESİNE YOLCULUK
Yirmi altı Mart Pazartesi günü akşamı Ahmet Ümit’in ‘Kırlangıç Çığlığı’ romanını okuyordum. Bir ara gözlerim sulanmaya başladı. Okuduğum sayfaya, kitap ayracını koydum ve koltuğumda gerilmeye başladım. Dakikalarca öylece evimin tavanına bakıyordum, yine eski günleri düşünerek, anılar gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçiyordu.
Bilgisayarım açık, hafiften müzik dinliyordum. Spotify’da, This Is JS Bach’ın
“Unaccompaied cello” çalıyordu. Kemanın sesi ruhumu okşuyordu. Keman sesini her
zaman sevmişimdir. Keman ve arada piyanonun tuşlarının çıkarttığı seslerle
kendimi doğada, vadide dolaşan kelebekler, bal arısının gelincik lalesinin
birine konmuş çiçekten bal emiyor misali, kalbimin, o arıyla, kelebekle
birlikte attığını hissederim.
Sonra bir ara gözlerimi ovalamaya başladım ve müziği kapattım. Belgelerime
girip arşivimde bulunan eski ağaların resimlerine bakmaya başladım. Çok değerli
büyüklerimiz aramızdan göçmüşler
.Son yıllarda bir merak sardı işte; Eski, yaşlı dostların fotoğraflarını
taratıp, bilgisayarımda bir dosya haline getirip arada geçmiş yılları anıyorum.
Keşke çok seneler önce bu işi yapsaymışım diye kendime de kızmıyor değilim.
Gerçi terzilik yıllarımda bu işlerle uğraşmak için fırsatım da olmuyordu. Bu
işlere zaman ayırmam için de geç kalmış sayılmam.
Terzilik yıllarımda biraz siyasetle de uğraştım. Siyaset yaptığım yıllarda
Alaçatı çok bakir bir kasabaydı ama üreten bir kasabaydı. Son yıllardaki
gibi tüketen bir kasaba değildi. Diktiğim elbise paralarını tütün parasında
aldığım yıllardı.
Nedense kendimden yaşlı olan insanlarla sohbet etmeyi çok severdim.
Bu gün de aynı. Çünkü onlarda yaşanmış hayatlar var. Gerçekleştiremediklerini
yapmak isteyip de yapamadıklarını onlardan dinlemek...
Size nasihat ederler. Bir filozof gibi, o kadar güzel anlatırlar ki ağzınız
açık onları dinlersiniz. Dinlerken de hiç sıkılmazsınız.
Süleyman Akkaya, Ayhan Tezcan, Nevin Tezcan, Yusuf Ağa, Özen, Selim Ağa Özen,
Kazım Ağa Tınaz, Abdullah Ağa Tınaz, Ferit Koparal, Ahmet Pınarcı. Kimi Selanik
göçmeni, kimi Yugoslavya, Arnavutluk göçmeni. Kimse kimseyle kavga etmez herkes
birbirine saygılıydı.
Seçimlerde birkaç gün yarış yapılır seçimlerden sonra yine eskisi gibi
birbirlerine sarılırlardı.
Süleyman Akkaya sanki bir tarih öğretmeni gibi dükkânda tarih dersi verir gibi
anlatırdı. Kendisine sorardım. “Süleyman ağabey bu bilgileri nereden öğrendin
ki bu kadar ezbere biliyorsun diye”.
“Ömer ben her gün bir Cumhuriyet Gazetesi okuyorum yavrum” diye hitap ederdi
bana.
Nevin Tezcan aynı öyle, çok zaman bir konuda tartışırdık hemen evine gider bir
ansiklopedi ile gelirdi dükkâna. Kitabı açar ve bize gösterirdi. Biz de kitapta
yazıyor diye mat olurduk. Bu kadar bilgili, kitap, gazete okuyan insanlardı.
Şimdiki zaman ise internet zamanı duyduklarımız ve internette sosyal medyada
yapılan yazılara “pek değer vermeyin. Yanlış bilgidir.” diye okuyoruz.
Alaçatı ağalarının resimlerine baktıktan sonra bu düşüncelerimi sizlerle
paylaşmak istedim.
Kalın sağlıcakla.
24.05.2013
yılında yazmış olduğum yazım