ALAÇATI’DA İLKBAHAR!

Mart ayının ilk haftasında son cemre de düştü. Cemreler baharın müjdecileridir. Son cemrenin düşmesi, toprağın ısındığı anlamına geliyor. Çocukluğumda bahar ayı gelince içimde bir sevinç doğardı. Doğaya çıkar, ovaları gezerdim. Ovalarda yabani nergisler, tarla kıyılarında köpüşkenler, ısırgan otları, ebegümeçleri... Doğayı hem seyreder hem de elimdeki sepete onları toplayıp, eve anneme getirirdim.

Annem de nergis çiçeklerini görünce sevinir, onları elimden aldığı gibi solmasın diye vazoya koyardı. Evimizin odaları günlerce mis gibi nergis kokardı. Hele Hurmalı Ovası bir muhteşemdi. Sabahları erkenden kalkar, mis gibi toprak kokusu eşliğinde eski mezarlığın yanındaki bahçemize giderdik. Bahçemize tütün fidanı dikmek için çift sürüp, sonra tütün fidanı ocaklarını hazırlardık. Fidan ocaklarını hazırlamak meşakatlı bir iştir çok emek ister. Fidan ocaklarını hazırladıktan sonra tütün tohumlarını bir tülbentte ıslatır, tohumlar kabarsın diye onları birkaç saat bekletirdik.

Tütün ocaklarının üzerinde toprağı önce kalın bir tokmakla döver, sonra ayaklarımızla sıra sıra ocağın üstünü çiğnerdik. Toprak sertleşip düzelttikten sonra tütün fidanını kül ile karıştırıp ocağın üstüne eker sonra da hayvan gübresiyle örtüp ardından da sulardık. Bu işlem bittikten sonra her gün sabah akşam tütün fideleri büyüyünceye kadar sulanırdı.

Tütün ocaklarının kıyılarına marul fidanı dikmek adettendir. Fidanları sularken marullarda sulanmış oluyordu.
Hurmalı ovasının dereleri mayıs sonlarına kadar akardı. Kış aylarında hurmalı derelerinden tarlalarımıza gidemezdik. Bütün dereler doluydu yağmur suları hurmalı derelerinden doğru Agrilya limanına akardı.

Bahar gelince tarlalar tavlanmaya başlar, toprak ana “Ben hazırım. Beni artık işleyebilirsin” der. Tarlaya gidebilmek için Hurmalı deresini kullanmak lazım. Dere kıyılarında sular var, suların içinde yeşil kurbağalar vırak vırak diye bağırır. Su kaplumbağaları suyun üzerinden kafalarını çıkarmış, sanki sana merhaba der gibi seni izler. Tarlalar tavlanmadan önce tarla sınırlarında veya yol kenarlarında ebegümeci, turp otu, çengel dikenleri boyumuz kadar olurdu.

Onlara basmaya kıyamazdık hepsi birer canlıydı çünkü. Hurmalı ovasının doğu tarafına baktığınız zaman Maşatlık Tepesi’ni görürsünüz. Maşatlık Tepesinde kara taşlarla örülmüş Ortodoks Mezarlığı vardır. Bu mezarlık sanki size bir şeyler anlatır gibidir. Dağın bitki örtüsü karşıdan güneşin doğmasıyla beraber dağ sanki ayrı bir renge bürünür. Püren çalıları, kekik, adaçayı kokuları imbat rüzgârıyla Hurmalı ovasını kaplar. Alaçatı Hurmalı Ovası’nın bereketli toprağı deniz gibi dalgalanır, deniz gibi köpürür. Hurmalı ve Liman Ovası; Ege Denizi gibi mavi Ege Denizi kadar parlaktır.

Hurmalı ovasında yağmurlar kesilir kesilmez bahar aylarında ova ağzına kadar bitkiyle, çiçekle, rengârenk kelebekler, bal arıları, yaban arılar, kuşlar kaplar. Tütün dikimi geldiği zaman Mayıs ayında Hurmalı Ovası’nda tütün dikerken tarlamızda bulunan incir ve karadut ağaçlarındaki karga, serçe, kumru sesi sanki bir orkestraymış gibi müzik dinletisi sunarlardı bize. Ovanın sakinliğinden Alaçatı’daki horozların sesi, tavukların gıdaklamalarını, köpeklerin havlamasını ovada tütün dikerken dinlerdik.
Ne güzel günlerdi o günler, saf ve temiz duygular. Sebzelerin organik olduğu, ne olduğunu bilmediğimiz fast foodların hayatımızda olmadığı yıllar...
Kalın sağlıcakla..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

YAŞANMIŞ ANILAR!

YAŞANMIŞ ANILAR!  Bir köy çocuğu olarak geldim dünyaya. Bir yılkı atı kıvamında büyüdük yetiştik, türlü badireleri geçerek. Bu zamana gelinc...