Annem
eşyalarının içinden bir adet poşu çıkardı ve başıma bağladı. Bağlarken de poşunun
nasıl bağlanacağını da gösteriyordu. Sıcak kendini göstermeye başlamıştı. Çelenoz
Boğazı’ndaki tarlamızın sınırında çok büyük bir harnup ağacımız vardı. Koyu
gölgesinde su testilerimiz, köy
kuyularından doldurduğumuz mistan kuyu suyunu şerbet gibi bakır maşrapayla içtim.
Çok yorulmuştum. Harnup ağacımızın gölgesinde dinlenmek istedim. Biraz dinlendikten
sonra annem “Hadi bakalım oturmaya mı geldin? Çalış da bir an önce ekinleri
biçmeyi bitirelim” dedi.
İsteksiz
başladığım ekin biçme işinde akşam olmasını iple çekiyordum. Bu kâbus bir an
önce bitsin diye içimden geçiriyordum. Güneş batmak üzereydi, küçükbaş ve büyük
baş hayvanlarımız vardı. Onlar da ekin tarlalarımızın dışında gen arazilerde
karınlarını doyurmak için otluyorlardı. Annem hayvanları alıp bir kilometre
uzakta bulunan gölde sulamaya göndendi beni. Hayvanlarımızla birlikte göle gittim.
Hayvanlarımız bir güzel sularını içtikten sonra hep beraber evimize döndük.
Belimin ağrısından duramıyordum. Anneme; “Anne çok yoruldum bugün” deyince, annem bana:
“Genç adam yorulur mu hiç?” diye cevap verdi. Akşam nasıl uyuduğumu
hatırlamıyorum. Sabah kalktığımda her yerim ağrıyordu. Bir hafta zor
dayanabildim.İznim bitince Alaçatı’ya gelerek terzi dükkanında çalışmaya
başladım.İyi ki terzilik gibi bir meslek sahibi olmak için mücadele
etmişim.Ziraat işi çok meşakatlı bir iş olduğunu çocukluk yıllarımda
anlamıştı.Bir meslek sahibi olmalı insanın elinde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.