YAŞAMDAN KESİTLER(2)

Çocukluk yıllarımda ilk olarak hatırladığım, köy yerinde kalabalık bir ailemizin olduğudur. Babamın babası; Rahmetli Murat Dede’min kafasının çok çalışır olmasından dolayı kendisine Murat Ağa olarak, şahsına ait bu unvanı aynı zamanda ailemizin de unvanı olarak kalmıştır. Murat Ağa yani dedem yokluktan gelen, çalışkanlığı kadar efendiliği ve dürüstlüğü kendisine ilke edinen, kimseye zararı dokunmayan, aksine çevresindeki herkese pozitif anlamda katkıları olan bir muhterem zat idi. Bu özelliklerinin yanında sofrası geniş bir kişi olarak da bilinir. Bu sebeple de köy yerinde ve uzak-yakın çevrede kendimizi tanıtırken “Germiyanlı Murat Ağa oğlu Ömer Ağa Ailesindeniz” demeyi ayrıcalık ifadesi olarak algılarız daima. Dedem bir defa evlenmiş. İki oğlan ve bir kız olmak üzere üç çocuğu olmuş. Ham dolsun ki, dedemden süregelen bir özellik olarak izzet-i nefis sahibi kişilerin çocukları olarak doğmuş büyüklerim. Başkalarının elindeki yufka ekmeği dürümünün içerisinde ne olduğunu merak etmeden yaşamışlar.  Germiyanlı Murat Ağa sülalesi olarak hep tanınıp bilindi. Germiyan Köyü’nün bulunduğu bölge olan Elenoz Deresinin de ötesinde.

Amca elinde yetim bir çocuk olarak büyüyen dedem, delikanlı yaşına geldiğinde amcası tarafından hiçbir mal mülk sahibi edilmeden tek başına bırakılarak ayrılır ve kendi kaderine terk edilir. Çok yoksulluk çeker. Yiyecek ekmeğe muhtaç olduğu günler sayısızdır.
Ancak, zamanla kendisini iyi ziraatçı olarak geliştiren dedem, çalışmaktan, üretmekten bıkmadan var gücüyle tutunur hayata. Gün gelir, yaşadığı yoksulluk ve yoksunluğu unutturacak bir ekonomik rahatlığa kavuşur, kiminin imrenerek ve gururla, kiminin de ilenerek ve hasetle izlediği. Şu var ki, sevmeyeni yok denecek kadar az olan Ulu bir insandır çevresinin gözünde.
Öyle ki, sülalemizin ismi Dedemin amcası olan Kadi Ağa Sülalesi olarak anılırken, Dedem adını yazdırmıştır sülalenin künyesine. Sonunda da amcasının adının yerine kendi adı “Murat Ağa” ile anılır olmuştur ailesi ve ondan sonra gelenler. Babam, Dedem için, bilmeyenin efsane olarak kabul edeceği öyle bir olay anlatırdı ki, dinlerken olduğu gibi, bugün anımsadığımda dahi tüylerim diken diken olur. Bu olay bile O’nun ne kadar enteresan, farklı ve seçkin bir yaratılış olduğunu gösterir. Dedem belli bir yaşa gelince işten elini çeker. Yanı sıra da aklına, zekasına güvendiği bir oğlunu birlik evinin reisi olarak tayin ederek tüm çocuklarına; “Bundan böyle evin reisi Ömer Ağa’dır O ne derse öyle olacak” der.
Herkes bu isteği emir telakki eder ve babalarının talebinin aynen uygulanması için elinden geleni yapar. Dedem yaşlılıkla birlikte, geçmişte yaşadığı kötü şartların etkisinden olsa gerek zamanla hastalanır. Bir zaman sonra hastalığının geçici olmadığını, götürücü olduğunu anlar kendi iç dünyasında. Bunun üzerine çocuklarını çağırarak; “Çocuklar dinleyin beni! Benim çok fazla zamanım kalmadı. Sizden bir isteğim var. Üç gün sonrası için yemek sofraları hazırlayacaksınız ve size vereceğim isimleri bu yemeğe davet edeceksiniz” der. Çocukları ise “Olur mu öyle şey, sen hasta yatağındasın ve biz misafir mi ağırlayacağız? Dedem;

“İtiraz istemiyorum, nasıl arzu ediyorsam öyle yapacaksınız. Dünya gözüyle eşim dostumla son bir kez kucaklaşmak, muhabbet etmek, onları ağırlamak ve helalleşmek isterim. Koyunlar keseceksiniz. Sofranız çok zengin olacak. Hep beraber yiyilip içilecek. Misafirlerimizi çok iyi ağırlayacaksınız ve ben bundan mutluluk duyacağım.” der.
Çocukları babalarına fazla itiraz edemeyeceklerini bilirler. Derhal dedemin ismen bağırılmasını istediklerine haber gönderirler, ısrarla mümkünse gelmelerini rica ederler. Bu arada da süratle ağırlama hazırlıklarına girişirler. Babalarının arzusu böyledir ve onun mutlu olması en büyük istekleridir artık. Ziyafet günü gelir. Çok sayıda isimlerini bilmediğim. Hatırı da sayılan misafirler teşrif ederler. Çok büyük ve geniş bir sofra kurulur. Ziyafette yok yoktur. Sohbetin sonlarına doğru, Dedem, sesi güzel olan babamı yanına çağırarak; “Oğlum şu Mecnun’um Leylayı gördüm, bir kerecik baktı geçti” türküsünü söylemeni istiyorum” der. Babam itiraz etse de hüznünü içine gömerek Dedemin o çok sevdiği türküyü söyler. Dedem daha sonra köyümüz sakini Mazlum Hoca’ dan kendisi için kuran, Yasin-i şerif okumasını rica eder. Bu fasıl da bittikten sonra davetli tüm ahbapları, dostları, yarenleri ile helalleşmeye sıra gelir. Her birinden ayrı ayrı helallik alır-verir. Sonrasında da hem çocuklarına, hem de gelenlere bir ricada daha bulunur. Uzaklık sebebiyle ziyafete, sofraya davet edemediği yakındaki veya uzaktaki dostlarına da isim isim selam göndererek, haklarını helal etmeleri için haber gönderir. Herkes hakkını sağlığına helal eder. Buruk, hüzünlü bir şekilde ayrılırlar.
Dedem bir gün sonra, hakka ulaşır. Mutlaka çok bahtiyardır. Dünyaya dilemediği gibi gelmese de giderken dilediğini, gereği gibi ve zamanında yaptığı için gönlü hoştur diye düşünürüm. Çünkü Yaradan, ona gideceği zamanı hissettirmiş, gözünün arkada kalmaması için de dilediği gibi davranma fırsatını bahşetmiş. Bu anlatılanlar, gideceği zamanı tahmin ettiği için dostlarını son deminde ağırlama lütfuna mazhar olan Dedemin, ölüm korkusundan öte, ölümden sonra da var olmanın güven ve rahatlığına sahip ender insanlardan biri olduğunu gösterir. Hiç göremedim O’nu. Bir büyük noksanlıktır hayatımda. Bu hikâyeyi Biricik Anneciğimden dinlemiştim. Hepsine Allah rahmet eylesin, ışıklar içinde yatsınlar. Ama hayatımda O’nun gibi olabilmeyi dilerim. O’nun adının yanına eskilerin deyimi ile dar-kenar bir nokta dahi konulabilirse bana dair, değerli addederim kendimi.

Kalın sağlıcakla                         

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

YAŞANMIŞ ANILAR!

YAŞANMIŞ ANILAR!  Bir köy çocuğu olarak geldim dünyaya. Bir yılkı atı kıvamında büyüdük yetiştik, türlü badireleri geçerek. Bu zamana gelinc...