MEZARLIK KORKUSU

On beş yaşındaydım. Terzi Erdoğan Erman’ın yanında terzi çırağı olarak çalışıyordum. Haftasonu çalışmaz, tatil yapardık. Akşamüstü teyzem oğlu Hüseyin Yıldız’ın dükkânında oturmuş sohbet ediyorduk. Muhabbet uzadıkça uzadı akşam ezanı okunmaya başlamıştı. Murat Hoca gür sesiyle okuyordu ezanı... Hüseyin abime;“Bana müsaade, namaza gideyim” dedim. “Hüseyin abim:“Ömer; namazdan sonra dükkâna gel. Ilıca’ya beraber gidelim” dedi. Akşam namazımı kıldım ve yeniden Hüseyin Ağabeyimin dükkânına gittim. Dükkânda Mehmet Yıldız, Ekrem Sezginer, Aydoğan Taşdelen beni bekliyorlardı. Ekrem Sezginer’in Austin marka dolmuşu Cumhuriyet Meydanında duruyordu. Hep birlikte Austin marka dolmuş ile Ilıca’ya gittik.

Ilıca’da Kayserili’ninLokantası’na oturduk, ardından da yemeklerimiz geldi.İçecek olarak Dimitrekopulo şarabı geldi masaya.Ben alkol kullanmıyorum dediysem de bir kadehle bir şey olmaz dedi masadaki dostlar. Çok direndim içmemek için.Zorla bir yudum aldım.Onlara bakarak, çok acı içemem dedim. Hüseyin ağabeyim garsona bir tane Cincibir gazozu getirtti ve beyaz şaraba ilave etti. Beyaz şarap ve Cincibir gazozu karıştıktan sonra tadı çok güzel oldu ve ben şarap içmeye devam ettim. Kaç kadeh içtiğimi sayamadım. Belli bir zaman sonra gözlerimin kirpiklerimin ağırlığını kaldıramaz olmuştum. Yani kafayı bulmuştum. Yemekler bitmişti. Alaçatı’ya dönmek için masadan kalktık bana hesap ödetmediler.

Alaçatı’ya gelince Kahveci Hüseyin Ağabeyin kahvesi kapanmış, kahvenin önünde sandalyeler duruyordu. Oturduk, hep beraber sohbet ediyorduk. Konumuziki gün içinde kaybettiğimiz güzel insanlardı.Fazlı Gürses, Belediye tuvaletlerine bakan Rabuş teyze, “Kırço”MuzafferElbir’in Babası vefat etmişti. Annem, Mehmet Dayımlarla sabah erkenden tütün kırmaya gideceği için onlarda kalmıştı.Ben de evde yalnız kalacaktım.Rahmetli “Kart Fazlı”Balıkçı Fazlı Gürses çok esprili bir kişiydi RabuşTeyze’yi arada bir kızdırırdı buda onun hoşuna giderdi. Kızgınlığı geçince RabuşTeyze’nin boynuna sarılır, gönlünü alırdı Fazlı ağabey. Bunun gibi hikâyeleri anlatıyorlardı. Ben tek başına bu muhabbetlerden sonra evde kalmaktan tırsmaya başlamıştım. Onlar konuşurken ben de kafamdan nerede kalacağımı hesaplıyordum. Saat geç olmuştu. Artık evlerimize gitmeye karar vermiştik. Hüseyin ağabey Ömer sen eve mi gideceksin? diye sordu bana. Yok, ağabey Annem arılı evde Mehmet dayıma yarın sabah tütün kırmaya gidecek ben de Arılı eve gideyim dedim. Ben Mehmet Yıldız, Aydoğan Taşdelen üçümüz birlikte Yenimecidiye Mahallesi’ne doğru yürümeye başladık. Mehmet Yıldız “Ömer mezarlıktan korkarsan sana eve kadar eşlik ederim dedi”Olur mu öyle şey? Ben yalnız giderim dedim. Mehmet Yıldız Yenimecidiye’deki evinden içeri girdi, Aydoğan Taşdelen de Yusuf Bey’in evinin önündeki Kemal Bey Sokağından evine doğru yürümeye başladı.Tek başıma karanlık caddede yürümeye başladım. Kalbimin küt küt atışınıduyar oldum. Bildiğim ne kadar dua, sure varsa okumayabaşladım.  Nefesimi öyle tutuyordum ki adeta beynime oksijen gitmiyordu.Barbun’un evinin köşesini döndüm (Bugünkü Taş Otel).Mezarlık kapısının önünde bir siyah bir kedi bana bakıyordu. Kediyi görünce ayaklarımın dermanı kesildi. Eyvah!Dedim.İşte ölülerden biri bana kedi olarak göründü.Ne yapacağımı bilemedim.O an biri bana seslense oracıktaca verip,kalacaktım. Bu sefer “Nas ve Felak” surelerini okumaya başladım. Gözlerimi kapattım.Öylece yürüyordum.Mezarlıktaki çitlembik ağaçları üstüme üstüme geliyorlardı. Kalbim durmadan sürekli çarpıntı içindeydi. Mezarlığın bitiminde yoldan karşıya geçtim ve Mehmet Dayımın arılı evine gelmiştim. Merdivenleri çıktım, üst kattaki kapıyı çaldım. Sevinç Yengem kapıyı açtı. Hayrola Ömer. Hayırdır bu saatte bir şey mi oldu?Dedi.Annem bugün size gelecekti yarın sabah tütün kırmaya yardım için. Annem burada değilmi? dedim.Sevinç yengem de annen eve gitti sabah erkendengelecekmiş dedi” Sevinç yengem sen bu saatte  gitme istersen burada kal yarın gidersin deyince tamam olur ama bana dışarıda yatak ser ben burada uyurum dedim.Sevinç Yengem yatağı taraçaya taşıdı ben tam yatağa uzandım yengem evin kapısını kapattı.Kapattı ama ben kendi kendine bela okumaya başladım.Nedir senin bu efeliğin?Girsene eve!Evin içinde neden yatmazsın ki? Ben şimdi burada nasıl uyuyacağım? diye kendime söyleniyordum.

Sabah Ezanı okunuyordu ben hala uyuyamamıştım. Bütün gece korkudan hatim indirdim sayılır. bir ara dalar gibi oldum ki, birisi merdivenleri yavaş yavaş çıkıyormuş gibi geldi. Sonra yanımda biri var bir ayak göğsüme doğru değdi:“Tamam! Dedim. Bu sefer ölüler beni almaya geldi işte”. Yorganımı başımdan yukarıya çekmiştim zaten. Ayak boğazıma basınca yorgandan başımı çıkartıp Allah! diye bağırdım.Birde baktım ki ufacık bir kuzu sesimden ürkerek merdivenlerden zıpla zıplaya atladı bahçeye doğru.Sesimi duyan ev halkı başıma toplandı.Ne oldu Ömer korkuttun bizi demezmi? Sevinç yengem: “Hayvan damının kapısı açılmış ve kuzu dışarıya çıkmış” dedi. Kuzuda gidecek yer bulamadıda beni bulmuş...

Uzun yıllar mezarlık önünde geçerken hep bu günü hatırlarım. Yaş kemale erince korkumu yendim tabii ki. Mezarlıklar en güvenilir yerler olduğunu öğrendim. Gece gündüz demeden içim biraz sıkıldığı zamanlar mezarlığa gider kabir taşlarını okur tanıdık tanımadık kişilere birer Fatiha okurum. Tanıdık ve sohbet ettiğim insanlarla konuşur, yaşanmış anıları film şeridi gibi geçer gözlerimin önünden.

Bu yaşanmış hikâyemden sonra aramızdan ayrılanların dostlarımın ruhları şad, mekânları cennet olsun. Yaşayan dostlarıma sağlıklı ömürler diliyorum…

Kalın sağlıcakla…

 22/12/2021

Otuzbeşlik röportajım

Alaçatı'nın Kültür Sanat Bekçisi - Alaçatı Kitabevi 

Alaçatı’nın ilk kitabevi olan Alaçatı Kitabevi 1989 yılından beri hizmet vermekte. O dönem küçük şirin bir kasaba olan Alaçatı gibi, Alaçatı Kitabevi de mütevazi bir dükkanmış. Alaçatı turizm yolculuğuyla nasıl gelişip büyüdüyse, kitabevi de gelişmiş, büyümüş.

Restoran ve kafelerin arasında kültür sanat mücadelesi veren kitabevi, güncel romanların yanında bölge tarihi üzerine yapılmış araştırma kitaplarını ve yol haritalarını bulabileceğiniz çeşitliliğe sahip. Ünlü yazarların ve kitap kurtlarının bilindik adresi olan Alaçatı Kitabevi’nin bir başka özelliği de Dünyaca Ünlü Yazar Aziz Nesin’in son imza gününü yaptığı kitabevi olması. Ünlü yazarın imza gününde çekilmiş son fotoğrafı kitabevinin duvarında yer almakta. Nevi şahsına münhasır Ömer Önal, kitabevinin ve Alaçatı'nın dününü ve bugününü Otuzbeşlik'e anlatıyor.

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Kaynak: Alaçatı Kitabevi 


Ömer Önal sizi tanımak isteriz. Hikayenizi bizimle paylaşır mısınız?

Benim hayatımı hep kokular yönlendirmiştir. Ortaokulda sünnetlik elbisemi diktirmek için terzi dükkanına gittim. Kemere takılan kenevirin ütüyle beraber çıkardığı kokusuna aşık oldum, terzi olmaya karar verdim ve terzi oldum.
  
81'de imamlar camide kavga ettiler ve Alaçatı'da ezanlar okunmadığı için iki üç kere ben okudum. Müftülüğe şikayet ettim ''Camide ezanlar okunmuyor, imamlar kavga ediyor.'' diye. Sonra beni imam yaptılar. Ben CHP'liyim diye benim arkamda namaz kılmadılar. 420 imza toplamışlar. Alaçatı Pazaryeri Camii'ne komünist imam tayin etti diye müftüyü kaymakamlığa şikayet etmişler. O zamanlar sıkı yönetim vardı. Müftü Bey "1480 sayılı maddeye göre toplu dilekçe toplamak yasak, hepsi içeri girer." dedi. Uğraşmak istemedim. 

1989'da Bülent Ecevit'in özel kalemi Remzi Özen buraya Belediye Başkanı olduktan sonra Alaçatı'nın çevresi değişmeye başladı. O güne kadar her aile bir ton tütün, 200-300 kilo anason üretiyordu.1989'da devlet "Sen 300 kilodan fazla tütün üretemezsin, sen de 100 kilodan fazla anason üretemezsin." dedi ve buradaki insanlar tarımdan geçinemez hale geldi. O zaman buranın nüfusu 6 bin civarıydı. 'Sadece tüketeceksin, üretmeyeceksin.' politikası geldi. 89'a kadar burası tütünü, tuzu, sakızı, anasonu, sebzesi, meyvesiyle ünlüydü. 'Ot festivali' de oradan çıktı. (Festivalin isim babası da benim bu arada.)

1989'da Belediye Başkan Vekili olduğum zaman; buranın Ortaokul Müdürü geldi "Okullarda kitap yok, devlet yetiştiremiyor." dedi. "Hocam madem öyle ben bir kitapçı dükkanı açayım." dedim. "Çok güzel olur." dedi. O zamanlar böyle değildi, Alaçatı'da yazın bile insan bulamazdınız. O gün eve geldim ve eşime "Şu iğne ve yüzüğü sakla, ben kitapçı dükkanı açmaya karar verdim." dedim. Çırağıma terzi dükkanımı bıraktım. Kitapçı dükkanım önce kırtasiye ağırlıklıydı. Birkaç tane de Aziz Nesin kitabı koydum. Kelime haznem azdı o zamanlar, millet vekillerine laf yetiştirmem lazımdı, başladım okumaya, o gün bu gündür okuyorum. 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Kaynak: Foursquare

1996'da Alaçatı'yı Koruma Derneği'ni kurduk. Bir kadın yatırımcı Alaçatı'ya Meksika tarzı evler yapacakmış. Oturduk, konuştuk "Buranın mimari yapısına uymaz." dedik ve ikna oldu. Ardından belediye "Alaçatı sınırları içerisinde, bu mimari doku haricinde yapı yapılamaz." diye karar aldı. Ancak Alaçatı'yı Koruma Derneği tasfiye edildi. Daha sonra ben Alaçatı Sanat ve Kültür Derneğini kurdum. İyi bir dayanışma ortamı oldu. Alaçatı'ya yerleşen kültürlü insanlar buraya renk kattılar, son 5 seneye kadar güzel geldik. Kapitalizm buranın rant olduğunu anladı. İşin tadını kaçırdı.

Şu an Çeşme Güneşi gazetesinde yazılar yazıyorum. Belediye Başkanı yakın arkadaşım olmasına rağmen ben onu eleştiren yazılar yazıyorum.

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Kaynak: Alaçatı Kitabevi 
 
Kitapçılık yapmaya başladıktan sonra Alaçatı hakkında araştırmalar yapmaya başladım.


Bu araştırmalardan bize de bahsedebilir misiniz?

Alaçatı'nın toprakları çok verimli topraklardır. Alaçatı'da dünyanın en iyi anasonu yetişmekte ve bu bilgi Meydan Larousse'da geçmektedir. Çeşme kavunu da meşhurdur. Bu kavunların çoğu Alaçatı'da yetişiyor tabii. İlçe, Çeşme olduğu için Çeşme kavunu olarak geçer. Çeşme tütünü çok meşhurdur keza. 1800'den 1900'lu yıllara kadar dünyanın en güzel şarabı bu yörede yetişirmiş. Buradaki iskelelerden tüm Avrupa'ya şaraplar gidermiş. Bataklık kuruduktan sonra yazları denizin çekilmesinin ardından dünyanın en güzel tuzu da burada çıkıyormuş. Rumlar buraya 'ala sata' diyorlar yani beyaz tuz. Alaçatı adı buradan geliyor. Buradan giden Rumlar Girit Adası'nda ve Atina'da Alaçatılılar Derneği kurmuşlar.

1600'lu yıllarda güneyi bataklık olan Alaçatı köyü halkı sıtma ile savaşmaktaymış. Bataklığı kurutabilmek için Çeşme Kadısını aramışlar ve Aydın Valiliği'ne bir mektup yazmışlar. Aydın Valisi, Hacı Memiş Ağa'yı Alaçatı'ya göndermiş. Hacı Memiş buraya tekne ile gelmiş. O zamanlar deniz kıyısındaymış Alaçatı. Hacı Memiş bataklığı kurutma çalışmalarına başlamış. Fakat buradaki çalışanlarla bu işin olamayacağını anlamış ve 1830’larda Akdeniz, Ege adalarından Rum işçiler getirtmiş. Rum işçilerin burada kalmalarını sağlamak için arsalar vermiş. Yap, işlet, devret yapısında Rumlara binalar yaptırmışlar. Bataklık kuruduktan sonra Rumlar buraya yerleşmişler. 1800'lu yıllarda Alaçatı'nın Rum nüfusu 13.500'e ulaşmış. Yerli nüfusun erkekleri cephelerde savaşırken, Rum gençleri de bağlarda, zeytinliklerde çalışmışlar. Rumlar, Alaçatı'nın 7 tepesine sakız ağacı dikmişler. Bu sayede Sakız Adası dışında bir yerde Alaçatı'da sakız üretilmeye başlanmış. Yumru ve Buca Derelerinin yarattığı bataklığı kurutmak için Alaçatı’ya gelen Rum nüfusunun genellikle Sakız kökenli oluşu; tarım koşullarına uygun ürünlerin yetiştirilmesini ve ekonomik zenginliğin temelinin atılmasını sağlamıştır.

Bataklığın kurutulmasını sağlayan da sıtma belasının sonunu getiren de yine Hacı Memiş Ağa...

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Herkesi Alaçatı Kitabevi'ne beklerim, sohbete oradan devam ederiz.

 

KARA KIŞ!

Kasım da terk etti bizleri, geldi çattı Aralık ayı. Hazan mevsimi geride kaldı artık. Önümüzde ise her yönüyle insanın içini ürperten güzelliği bir yana, kara kara düşündüren kara kış var. Kendimi bildim bileli sevmişimdir kışları. Canlıların kabuğuna çekilip sonrasında yeniden ayağa kalkması için bir fırsat olarak görmüşümdür bu mevsimi.Birkaç yıldır kış ayları böyle geçmiyor.Pahalılık almış başını gidiyor.Gariban insanların, dar gelirli vatandaşların kışı nasıl geçireceklerini sokak röportajlarında mikrofonlara göz yaşlarıyla anlattıklarını izliyoruz. Röportajları izlerken insanın yüreği sızlıyor.Çektikleri zorlukları görüyorsunuz kader midir bu sizce?

Bu kadar olumsuzluk artık bu mevsimi sevmeme engel oluyor. Eski yıllarda İnsana huzur veren sessizlik, yağmur, kar hep huzur vermiştir bana. Tabi bu işin romantik kısmı diye düşünmüşümdür çoğu zaman. Çünkü herkes için aynı duyguları barındırmaz kış, bilirim. Ben sevsem de bir başkası olaya başka açıdan bakar. İnsanın yüzüne vurur hayatın gerçeklerini. Soğuk soğuk eser ve sizi can evinizden vurur bu gerçekler. Köy yolları kapanır; hamile kadın hastaneye gidemez, eğitime ara verilir. Seller, hortumlar ona keza. Alaçatı gibi değil ki dünya… Eskiden yağmur yağar kış geldi derdik. 1 ton kömür ile kış geçerdi…

Böyle anlarda yüreğime bir hüzün çöker. Aslında hüzün mevsimi kış mı olsaymış diye düşünmeden edemem. Çünkü kış ayları en çetin aylardır. İnsanların yaşadığı yokluk, fakirlik daha bir gün yüzüne çıkar. Ve dertler bir daha bir depreşir bu aylarda. Kimisi kaynayacak çorbayı, yakacak odunu düşünür. Kimisi çocuğuna alacağı montu, botu düşünür. Bunların hepsi yeni yeni masraflar demektir. Hal böyle olunca daha kış gelmeden enseyi karartır insanların pek çoğu.
Tüm bunlara rağmen güzeldir kış. Mevsimlerin en asilidir. Farkı, tarzı hep bellidir. Zorluk yaşatsa da çoğu zaman sonraki mevsimlere hazırlık içindir yaşattıkları. Her zorluğun arkasından nasıl bir güzellik geliyorsa kışın ardı da öyledir işte. Ardı bahardır, yazdır. Yeniden doğuş, hayata merhaba demektir diğer bir deyişle. Tabii kara kışı geçirip bahara erişebilirsek. İşte o zaman çiçek açmak hakkımızdır. Önümüz ne kadar kış olsa da gönlümüzde hep bahar tazeliğinin, yeniden yaşama dönüşün sevincini yüreklerimizde hissetmek dileğiyle.

Kalın sağlıcakla...

05/12/2021

YAŞANMIŞ ANILAR!

YAŞANMIŞ ANILAR!  Bir köy çocuğu olarak geldim dünyaya. Bir yılkı atı kıvamında büyüdük yetiştik, türlü badireleri geçerek. Bu zamana gelinc...