ÇEŞME’DE KİTAP EVLERİ



1989 Eylül ayında kitapçı dükkânımı açmıştım. “Terzi Ömer oldu kitapçı Ömer” diye yakın arkadaşlarım bana böyle hitap ederler. Çeşme internet gazetelerinde hep anlatmışımdır nasıl kitapçı olduğumu. İki kitabım Ben’im Alaçatı ve Bir Zamanlar Alaçatı’da da anlattım bu yazımda bunları anlatmayacağım. Son yıllarda Çeşme ve Alaçatı’da tek kitapçı olarak hizmet veriyorum. Çeşme’ye tatile gelen kitapseverler ziyaretlerinde birçok kişi “Dükkânınızı internetten bulduk” veya adres sorup gelmişlerse “Koskoca Çeşme’de bir kitapçı bulamadıklarını söylerler. Ben de bu durumdan hep utanırım. Mekânıma gelen kitap okurları ısrarla “Aman ne olur bu mekânı kapatmayın” diyorlar. 35 yıldır ayakta durmaya çalışıyorum. Yaşım artık ilerliyor Gazeteci Sayın Selma Artar’ın Objektif Haber de vermiş olduğum Röportajım da son nefesime kadar devam edeceğim sözünü vermiştim .Bu dünyaya kazık çakacak halim yok herhâlde.

Çeşme Kaymakamlığının “Hayatın Anlamı Kitap” isimli bir projesi var. Kaymakam beyi ve öğretmen eşini tebrik ediyorum. İnşallah sürdürülebilir olur da ömrü uzun olur. Acaba E-kitabın zararı olmuş mudur kitap satışlarına? Ben mesela internetten kitap okumasını hiç sevmem. Hatta Ben’im Alaçatı kitabım E-kitap olarak yayınlanmasına karşın hiç açıp bakmadım. Kitabın kokusunu almak isterim. Kitap okumaya başlamadan önce kitabı koklar sonra okurum.

Bir önceki Belediye Başkanı Alaçatı’ya bir Kitabevi kafe açtı. Kütüphane fakat isminizi yazıp kitabı alıp götüremiyorsunuz. Neden kitabevleri sayılarının az olması kira fiyatlarının yüksek olması, son birkaç yıldır enflasyonun çok yüksek olması kitap fiyatlarında yansıması tabi ki etkili oluyor. Açıkçası az maliyete çok kâr yahut kısa yoldan zengin olmanın derdinde herkes. Dolayısıyla benim de bulunduğum cadde üzerinde en fazla alkollü mekânları görüyoruz. Turizmin göz bebeği Çeşme, Dünya kenti Çeşme ama yabancı dilde bir tane kitap satışı yok. Çeşme’ye gelen turistler kendi dillerinde okuyacakları kitap bulamıyorlar. Bir dönem ben elimden geldiğince satış yapmaya çalıştım ama yabancı dilim olmadığından biraz zorlandım açıkçası.

Çeşme Belediyesi kitap fuarları yapamaz mı? İlçede kitap satışını arttırmak için yeni gelecek kitapçılara uygun kira bedeli olan alanlar yaratamaz mı? Hadi Çeşme Belediyesi yetkilileri! Bu yazımı inşallah dikkate alırsınız. Çeşme Caddelerinde bol bol kitabevleri olsun 

KİTAP SEVGİSİ

Mevsim kıştı, hatırlıyorum. Oturma odamızın dört duvarı arasındaki koltuğuma geçip gündüzün nöbetini geceye devrettiği o saatlerde merakla alıp, çabucak okuyup bitsin diye bir kitap elimde.Okuduğum her kelimenin ardından duruyor ve o cümleyi tekrarlıyorum. Yutkunurcasına. Gözlerim her an patlamaya hazır bir volkan lavı gibi. Kitabı bitiriyorum.


 Bir suçluyum. Belki de kendimi asla affetmeyeceğim bir suç işliyorum. Kitabım ellerimden kayıp boşluğa düşerken ben uykunun kol gezmediği bir kasabadayım.

Suçluyum, suçluluk duyuyorum. Kendime kızıyorum, kırgınım. Onlarca fedakârlık sonunda kazanılmış zaferlerin, çekilmiş acıların açık resimlerini gördüm hatta okudum. Toplumun sürüklendiği bu bilinmezlik, elimizden kopup giden değerler ve boşa geçirdiğimiz onlarca saat. Öfkesi daha da derindi sözcüklerinde Atatürk’ün. Bakışlarından daha da keskindi cümleleri. Çalışmıyoruz, onarmıyoruz.
“Sizi affetmiyorum.” Diyen bir ezilmişliğin altında kitabın da adında belirttiği gibi “Affet Bizi Atam” diyerek uyumaya çalışıyorum.
Neresi olduğunu bilmediğim bir yer. Avizelerle süslenmiş ışıklandırmaları, büyük kapıları ve otantik bir görünüme sahip koca bir salon. Yanan şöminenin içinde alevlerin küllerle olan dansını izleyerek, hala nerede olduğumu bilmiyorum, arkamda duvarda asılı olan saatin sesi “tik tak tik tak” sesi duyarak elimde okuduğum kitap.
Neredeyim, niye buradayım, arkamdaki ses? Aklımda onlarca soru. Tam dönüp bütün sorularımın cevabını bulmaya hazırlanmışken başıma dokunan bir el ile irkiliyorum. Dönüyorum. Nasıl bir düş ki hala unutamıyorum. Öyle bir yüzdü ki gördüğüm…
Belki bir dönüm noktası benim için. Ya da artık bazı kavramları farklı algılamam için bir sebep. Belki bir aracı bugün, birçoğunda da yaptığım gibi bütün eserlerde bir tatile çıkarmışçasına kitap sayfalarını aralıyorum.
Kiminizde bir Paris tutkusu kiminizde Asya’ya gitme isteği. Kiminiz yemyeşil bir Karadeniz havası solumaya öyle özlem duyuyorsunuz ki. Kiminiz ise Alaçatı’ın değirmen dağının tepesinden güneşin eşsiz batışıyla denizi seyretmeyi hayal ediyorsunuz.


"Bir yaz akşamının titrek ışıkları altında balkondan esen rüzgârın verdiği serinlikle yine bütün düş ve hayallerimi ufak bir çantaya sığdırıp bir tatile çıkmak için yola koyuluyorum.


Eşim Meryem ile doğru Sığacığa bir otele yerleşiyoruz. Zamana yolculuk yapıyoruz. Yıllar öncesine; 1980 lere gidiyoruz. O zamanın zorlu yaşam şartları altında iç savaşını alt etmeye çalışan ve kendine hazin bir son hazırlayan Kenan’ı konuşuyoruz. Eşini, çocuğunu ve o çok sevdiği kadını; Günseli. “Bir Gün Tek Başına” diyor Vedat Türkali. Bir gün tek başına kalır insan. Günsel’in de kaldığı gibi. Hafif bir hüzün ve iç burukluğuyla çok şey öğrenerek belki de.”

Sonra sohbet ediyoruz ‘Yüzyılın Aşk’larından Can Dündar’la. “Uygarlık tarihi biraz da aşkların tarihidir.” Diyor. Evet dercesine gülümseyerek onaylıyorum onu. “Kahkahalarla ve buselerle olduğu kadar acı ve gözyaşlarıyla da işlenmiş bir kanaviçedir.” diyor aynı zamanda. Sonra Mustafa Kemal- Latife Hanım, Nazım Hikmet- Piraye ile yaşanmış aşklarını konuşuyoruz uzun uzun. Ve yine gülümseyerek.."Elimde Lord Kınross’un yazmış olduğu “ATATÜRK” Bir milletin yeniden doğuşu kitabını okuyorum.
Ve birden “O büyük salon, o avizeler, o şömine. Arkama döndüğümde masmavi gözleriyle bana gülümseyerek bakan; Atatürk. Uyandığımda ellerimi yüzüme götürüp sildiğim o an.
Kırın kalıplarınızı, açın kapıları. Gidin en yakın kütüphaneye ya da kendi kitaplığınıza. Şöyle bir dokunun raflarına. Çekin herhangi birisini. Tozlu mu, silkin. Açın ilk sayfasını ve dalın dünyasına. O kadar çok insan tanıyacak ve o kadar farklı hayatlara tanık olacaksınız ki. 
Bu güzel yolculuğunuzda bütün güzelliklerin daima yanınızda olmasını diliyorum.

Kalın sağlıcakla

 ÖMER ÖNAL

12/02/2013                                               




 

90' LI YILLARDA ALAÇATI KURTULUŞ BAYRAMLAR!I

Alaçatı’mızın düşman işgalinden kurtuluşunun 102. yılını büyük bir coşkuyla kutlanacak. Bu yılkı kutlama törenleri Uğur Mumcu caddesindeki amfi tiyatronun önündeki meydanda, Atatürk Anıtına çelenk konarak başlayacak. Yıllardır 15 Eylül kutlama törenleri 20 yıl önce Alaçatı Cumhuriyet Meydan’ında yapılırdı. Atatürk ve Türk Devriminin mimarlarından İsmet Paşanın bu meydandaki büstlerine çelenk konularak başlardı kurtuluş törenleri. Ama bu yıl, bazı zorunluluklar sebebiyle 20 yıldır bu geleneğimiz bozuldu. Sanırım bundan sonra da Cumhuriyet Meydanında kutlama yapmak pek olanaklı gözükmüyor.

Ancak, bir başkaydı eski kutlama şenlikleri. Saat 16.00 da belediye binası çatısındaki siren acı acı çalar, dışarıdan gelen Kurtuluş Savaşı Gazileri ellerindeki tüfeklerle havaya plastik mermilerle ateş ederler. Alaçatı’lı başı poşulu atlı süvariler de ellerinde Türk Bayrakları ve av tüfekleri olduğu halde, geçit resmine katılırlardı. Bunların önde gelenleri, Semerci Hasan (Kuşku) Muzaffer Gençalp Yahya Akalp, Bakkal Mehmet (Baysal) ve atı olan tanınmış diğer simalardı. Atlılar Kürt Ali’nin fırını önünde toplanır, törenin başlamasıyla beraber meydana gelirlerdi. Vatanı temsil eden ve çarşafa sarılı vaziyette atlı süvarilerin birinin atından indirilen bir genç kız da çarşafından arındırılarak özgürlüğüne kavuşturulur ve Alaçatı temsili olarak işgalden kurtarılırdı. Sonrasında da genç kız yeninden çıkardığı Türk Bayrağı ile halkı selamlar ve bayrak bir süvariyle birlikte alkışlar arasında Belediye Başkanına takdim edilirdi.

O yıllar Alaçatı’da Amfi tiyatro yoktu. Belediye imkânları daha sınırlıydı. Yerel sanatçılarla, yerel enstrümanlar ve davul zurna eşliğinde halka eğlence düzenlenirdi. Akşam yemeğinden sonra Cumhuriyet Meydanı bu günde süslendiği gibi bayraklarla süslenir. Hilmi Çevik’in kahvesinin önüne davullar sıralanır, yan tarafında zamanın Belediye Başkanı Nahiye Müdürü Jandarma Komutanı oturur. Halkın eğlencelerini izlerlerdi. Halk, kahveci Hüseyin’in kahvesinin önüne kadar doldururdu meydanı. Kurtuluş savaşından önce acı çekmiş ailelerin çocukları efkârlanıp sırasıyla ortaya çıkar, oyunlarını oynarlardı. Genelde İzmir Zeybek havaları oynanırdı. Ama Muzaffer Gençalp, Kemal Sarı, Efe Hüseyin, Hüseyin Kaymakçı ağabeylerimiz bir başka oynarlardı Zeybek havasını. Herkes heyecanla izlerdi bu ağabeylerimizi. Neydi o günler! “Geçmiş zaman olur ki, hayali bir cihan değer.”

Başta Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşları olmak üzere Şehitlerimiz ve gazilerimize Allah'tan rahmet dilerim. Bizlere böyle güzel bir vatanı emanet ettikleri için. Saygıyla eğiliyorum. Ruhları şad olsun.

Hepinizin Kurtuluş Bayramını kutlar sağlık ve esenlikler dilerim.

Kalın sağlıcakla…


 

YAŞANMIŞ ANILAR!

YAŞANMIŞ ANILAR!  Bir köy çocuğu olarak geldim dünyaya. Bir yılkı atı kıvamında büyüdük yetiştik, türlü badireleri geçerek. Bu zamana gelinc...