YAŞANMIŞ ANILAR!


YAŞANMIŞ ANILAR! 

Bir köy çocuğu olarak geldim dünyaya. Bir yılkı atı kıvamında büyüdük yetiştik, türlü badireleri geçerek. Bu zamana gelinceye kadar yaşanılan süreçte asla unutulamayan zaman dilimleri vardır. Onlar hep sizinle birliktedir, her nerede olursanız olun. Köy yaşamımda geçen ova ve vadi günlerim benim açımdan o safhalardan belki de en önemlisidir.

Babamın ölümünden sonra Annem aileyi toplayıp Alaçatı’ya göç eder ve 1952 yılından beri hep bu güzel Alaçatı bucağında sürer hayatım. Arada bir köyümüze giderdik. Sonraki yıllarda konakladığımız kış aylarında, Germiyan Köyü’ne yürüme mesafesi olarak yaklaşık bir buçuk- iki saatlik bir uzaklıktadır. Adını Germiyanoğulları’ndan aldığı “GERMİYAN” köyü bulunduğu konumu itibariyle zeytin ağaçlarının ve çok bereketli toprakların yamacında kurulmuş.

İzmir yolu üzerinden giderseniz Merdivenlikuyu sapmazından sol tarafa giden yoldan Germiyan köyüne giderseniz. Hemen sağ tarafında Yuvarlak Vadisi dediğimiz keskin bir vadi, karşısında heybetli bir dağ, üst tarafa giden Ildırı’ya ve Kadıovacık’a kadar götüren bir dağ silsilesi ile bezenmiş olan ve çocukluğumun bir bölümünün geçtiği yaylamız Karacasar ovası. Zeytin dalına kurulan salıncakta sallandığım zeytin ağacı işte orada, sınırın tam da kenarında.

Yaşlanmış, yıpranmış. Ben şu yaşıma geldim. Aklım erdi ereli var. Kim bilir ne zamandan beri ayakta ve kim bilir hangi çağın tanığı. Karacasar’ın yamacındaki ağılımızın yeri harabe artık. İçinde büyüklerimin de içinde barındığı, dağdaki küçük tek katlı üstü toprak olan evimizden eser yok. Oturuyorum bir taşın üstüne ve geçmiş zamandan kalan sesleri dinliyorum, içimde yankılanırken. Eskilere gidiyorum. Çok eskilere. Hatıralar canlanıyor ilk günkü tazeliğinde. Hep bir aradayız. Her yer cıvıl cıvıl.Sabah tan yeri ağarırken, işe yaramayan küçük çocuklar hariç uyanıyor herkes. Mevsim yaz, fakat sabah keskin bir soğuk var iliklerine kadar titreten. Kalın giyinmelisiniz o yüzden, güneş karşıdaki dağın üzerinden görününceye kadar.

Çiğ düşmüş dalların ve otların yapraklarına. Yürüdüğünüz yerde dizinizden aşağısı ıslanıyor. Aldığınız nefesi saç diplerinde, tırnak aralarında hissediyorsunuz. Derinizdeki tüm gözeneklerden oksijen saldırısı altındasınız. Kısacası vücudunuza olabilecek her noktadan sağlık, dahası hayat şırınga ediliyor doğanın ellerinden.

Yaylanın sol tarafında aşağı doğru uzayıp giden sorgun ağaçlarının bulunduğu sulak alandaki rüzgarda nazlı salınan lalelerinin kokusuna, aşılanan dağ kekiğinin aromatik kokusu sarıyor yaylanın bütününü. Tan yeri aydınlığı ile birlikte. Cırcır böcekleri bir telaş bir telaş. Uzaklardan bir yerden kınalı keklik sesleri yükseliyor, gak gak gubak, gak gak gubak! Ya eşine ya da yavrusuna sesleniyor, bir gayretli melodi ritminde.

Dışarıda hayat böyle. Ya ağılın içerisinde? Annem bir çorba kaynatma çabasında, süslü tahta kaşıklarımızla çala kaşık yiyelim diye. Taze sağılmış süt de var, birer bardak içmek için. Halis buğday unundan, saç üzerinde pişirilmiş yufka köy ekmeği misler gibi kokmakta ısıtılırken ocaktaki sacın sırtında. Bugün kuru kaymak da yiyeceğiz belli ki. İki kocaman dal kaymak konulmuş tahta ayak üzerindeki kenarları türlü motiflerle işlenmiş bakır tepsi soframızın kenarına. Peynir var soframızda, sepet peyniri. Isırırken dişlerinizde gıcırdayan, mis kokulu, lezzeti ala ki, Annemin hünerli ellerinden üreyen. Çökelek noksan olur mu yayla sofralarından? Yufka ekmeğinin arasında sıcak çorbanın yoldaşı...

Komşu yaylalardan da güne başlamanın belirtileri geliyor. Koyun ve kuzu melemeleri çan seslerine karışıyor, köpek havlamaları eşliğinde. Çobanımız hazır. Sürüyü geniş otlaklarda gezdirmeğe… Ağır ağır ayrılıyorlar ağılın çevresinden. Çoban köpeklerimiz sürüye gözleri gibi sahip olmak üzere çobanımızın en büyük yardımcıları; bir dikkat, pür dikkat! Her yabancı ses alakadar ediyor onları. Dönüp duruyorlar biteviye sürünün etrafında. Güvenlik had safhada demek istediğim. Yalnız sürüye değil, canımıza da bekçilik yapmakta can yoldaşı köpeklerimiz. Kadınlar sütten mamul ürünler yaratacak alın teri ile yoğrulan. Erkeklerden yetişkin olanlar tarlaya

Veya köye gidip gelecekler…

07/12/2012 yılında yazılmıştır.

SİYASETTEN KEYİF ALDIĞIM YILLAR

 

                              SİYASETTEN KEYİF ALDIĞIM YILLAR

 Alaçatı’nın bakir olduğu, ovaların ekildiği, halkının gece gündüz çalışarak geçimini kazandığı yıllardı. 1968-1976 yıllarında Alaçatı Belediye Başkanı olan Lütfü Koparal makamına giderken tüm esnafı selamlar, belediyeye öyle giderdi. Makam arabası yoktu. Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel Lütfü Koparal’ı çok severdi. Kendisini ziyarete gittiği zaman “Kennedy Lütfü” diye hitap edermiş. Bu anısını Lütfü Koparal’ın bizzat kendisinden dinlemiştim.  Lütfü Başkanın üstü açık bir cipi vardı. Alaçatı’dan Ildırı Köyüne kadar uzanan mücavir alanı teftiş etmek için kullanırdı.

1976 yılında yapılan ara seçimde Cumhuriyet Halk Partisi adayı Abdurrahman Keskin yerel seçimi kazanmıştı. Abdurrahman Keskin de halkla barışık bir başkandı. Yalnızca halk günlerinde değil, her zaman halkının yanında olurdu. Siyaseti bana sevdiren Lütfü Koparal ve Abdurrahman Keskin idi.

Cumhuriyet Halk Partisi Çeşme İlçe Başkanlığı yapan Faruk Karabina ve Coşkun Vural dönemlerinde başarılı birer ilçe başkanlığı yapmışlardı. 1980 İhtilâlinden sonra İlçe Başkanlığı yapanlar Şakir Karadede, Faik Tütüncüoğlu, Hakkı Berksu, Aydın Saatçioğlu, İlçe yönetim kurulu üyeleri Eren Omay, Süleyman Akkaya, gibi birçok dostlarım Çeşme İlçemize çokça katkıda bulunmuşlardı.

1980 öncesi ve sonraki dönemlerde genel merkez aday belirlemesinde ön seçim yapılırdı. Aday adayları, aday oldukları il ve ilçelerinde tüm seçilmiş ön delegelerini ziyaret eder, kendilerini tanıtırlardı. Delegeler de beğendiği adaylara oy verirdi. Son yıllarda genel merkez tüzük kurultayında adaylar bundan sonra adayları belirlemeyip örgütün seçmesine karar verdi. İnşallah önümüzdeki dönemde de ilçe ve illerimizde aday adaylarını örgüt belirler. Bu günleri iple çekiyorum. Bizi yönetecek olan yöneticilerimizi kendi oyumuzla seçtiğimiz insanların yöneteceği yerel yönetimleri görürüz. Çünkü seçilen yöneticiler halka veya seçmenine karşı sorumlu oldukları zamanı çok daha özverili ve çalışkan oluyorlar. Demokrasinin gereği olan seçebilme hakkımız olduğu sürece yeniden siyasetten keyif alacağımız yıllara kavuşmak umuduyla…


 

 Usta yazar Aziz Nesin’i 30. ölüm yıldönümünde Alaçatı’da saygıyla anıyoruz.

Türk edebiyatının usta kalemi Aziz Nesin; 5 Temmuz 1995 tarihinde, Alaçatı Dost Kitabevi’nin konuğu olarak katıldığı imza günü ve söyleşinin ardından aramızdan ayrılmıştı. O günden bu yana Alaçatı, onu unutmadı; her yıl sevenleriyle birlikte Aziz Nesin’i saygı ve özlemle anmaya devam ediyoruz.
Bu anlamlı günde, Aziz Nesin’in anısını yaşatmak ve onun izinden yürüyen okurlarımızla bir araya gelmek üzere sizleri 5 Temmuz 2025 Cumartesi günü saat 19.30’da Alaçatı Kitabevi’ne davet ediyoruz.
“Ustanın izinde, her yıl aynı özlemle


ALAÇATI’DA YAŞAMDAN KESİTLER

 

                 ALAÇATI’DA YAŞAMDAN KESİTLER

1960 lı yıllar. Alaçatı Belediye’sine ait elektrik santrali vardı. Bu gün halk Pazarı kurulan dutlu caddeden yürüyerek bir kilometre sonra vardığımız. Alaçatı şehitlik parkı, yaklaşık 15 dönüm bir alanı olan yüksek taş duvarlarla etrafı çevrilmiş, içinde palmiye ağaçları, kurtuluş savaşında canlarını bu vatan için seve seve vermiş şehitlerimizin anıt mezarları. Etrafında yüzlerce çeşit çiçekler, mis gibi kokuyor. Duvarların üstüne sarılmış sarmaşıklar. Sarmaşıkların bir kısmı beyaz bir kısmı mor renkte açmış. Renklerin güzelliğinden ve kokusundan ayrılamazsınız. Şehitlik bahçesinin yan tarafındaki Karagöz tepeye giden yol kıyılarındaki geniş hendekler dokuz köprülerden taşan sular hendekleri doldurmuş. İçinde yeşil kurbağalar, küçük büyük Kaplumbağalar, küçük kefal balıklar. Temiz suda dans ediyorlar. Sürülmemiş tarla sınırlarında deniz börülceleri. Diz hizasına gelmiş turp otları sarı filiz vermiş. Yemyeşil mis gibi doğa kokusu. Altın dişli Mehmet yasemin, Eşeğine pulluk ve hamutu sarmış beygiri, eşeğinin arkasına bağlamış kendisi eşeğe binmiş tarlaya çift sürmeye gidiyor. Şehitlik bahçesinden Alaçatı’ya gelirken eski mezbaha önünde, Kasap İbrahim Masat, elinde çengeller, kasap Bekir Doğan, İki oğlunla beraber bir tane düve mezbahaya kesime götürüyorlar.(Beş Ali)Çitçi iki tekerlekli at arabasına kırmızı doru beygirini ziller ve rengârenk motiflerle süslemiş at arabasının tekerleklerin ve zillerin vermiş olduğu o güzel ses. Yolun sağına soluna dikilmiş dut ağaçları. Yolun sağında bulunan tarlalar boydan boya sürülmüş tütün fidanı ocakları. Tarla kenarlarında gübre yığınları. Tütün fidanlarını gübrelemek için depolanırdı. Cemal Can amca elinde yarım metre uzunluğunda sigara takımı, sigarasını yakmış diğer elinde çapası bahçesine gidiyor. Gündüz bahçe işi akşam Alaçatı’nın en güzel Şamili tatlısını yapar çocukları akşam kahvelerde veya sinemalarda dilimi yirmi beş kuruştan satarlardı. Evimiz Elektrik santrali çok yakındı. Elektrik santralin duvarları bir metreden yükseklikte ve üstüne iki metre dikenli tel ile çevriliydi. Santralin bahçesini Makinist Sadık baba çok bakardı. Rengârenk güller, kasım patları sarmaşıklar, bahçedeki havuz masmavi, suyun rengi tertemiz. Santralin devasa bir demir kapısı vardı. Bazen elektrik motorları çalışmaktan dolayı içerdeki ısı yükseldiği vakitler sadık baba ve paraşüt İsmail ikisi beraber kapıyı ray sistemi olmasına rağmen zorla açarlardı. Elektrik motorlarının su devir daim fıskiyelerini seyrederdik. Motorların pat pat gürültüsü hiç bitmeyen melodi gibi gelirdi bizlere.


 

 Pazaryeri cami altındaki manav Nûrettin ağa ve kardeşi Osman amca, Selanik kesreden mübadele yıllarında gelmişler, önlüksüz hiçbir zaman dükkânlarını açmamışlardır. Çok disiplinliydiler. Dükkânlarının yanında hemşerileri olan Sıtkı ağa (Özcan) küçük bir masası vardı. Masasının üstünde ayakkabı çivisi falçata kırnap ipi ve küçük bir bal mumu. Tamir olacak olan ayakkabıyı eline alır, ipin ucunu masada önceden çakılmış olan çiviye düğüm attıktan sonra ipi bir güzel mumlar sonra ayakkabı iğnesine ipi geçirdikten sonra başlardı ayakkabının sökük yerini dikmeye. Sıtkı amcanın muhabbetlerine doyum olmazdı. Yakınlarının, babalarının, Çanakkale de savaştıklarını nasıl şehit düştüklerini cümleleri tek tek gözleri yaşlı anlatırdı. Hastane’nin sol tarafında Mehmet Şenol’un kahvehanesi vardı. Mehmet ağabeyin gür sesi “ hadi beyler çay içmeyen kalmasın” diye bağırması halen kulaklarımda. Eski Belediye sinemasının yanında dükkânlar vardı. Tatlıcı Yusuf usta, Berber Ali Sarı, Terzi Yılmaz, İsmet Eserin Bakkal dükkânı. Manav Ankaralı Mustafa, Nebi Çatalbaş daha birçok esnaf vardı. Çarşı cıvıl cıvıldı. O yılların en güzel tatlılardan keşkül, Muhallebi, Hasan ustadan Kara helva, Hasan ustanın taş helvası bir başkaydı, Kış aylarında özel Hasan ustaya gider taş helvası yerdik. Hasan ustanın Önünde çizgili bir önlük. Elinde kalın ve uzun bir bıçak. Taş helvası kalıp halinde, Küçük parçalar halinde onu keser. Tezgâhta terazi terazinin bir gözünde gramlar diğer gözüne taş helvayı tartar önce yağlı kâğıda sarar sonra kese kâğıda koyar size öğle verirdi. O yıllarda yokluk vardı yoksulluk vardı. Oturduğumuz binalarda Bir ocak vardı. Bu gün adına Şömine diyoruz o yıllar adı ocaktı. Dağlardan yaptığımız odunları yakardık ocaklarımızda öyle ısınırdık. Okuldan aç dönmüşün evinde yemek için bir şey yoksa Komşuya gidilir komşudan bir şeyler istenirdi. Komşular birbirlerinden gönül rahatlığınla gönül rahatlığıyla bir şeyler isterlerdi. Son yıllarda bu kültürlerimiz yavaş yavaş yok olmaya başladı sanırım.

 

SAKIZ AĞACI

 

SAKIZ AĞACI

Dünya’da sakız ağacının yetiştiği yerler Çeşme ve Sakız Adası. Başka yerde de yetişmiyor nedense.

6 Ocak’ta Sakız Adası’na gitme fırsatım oldu. Sakız Adası’nı gezebilmek için araba kiralayıp adanın birçok yerini gezdim. Sakız Adası’nın güney kısmı yemyeşil sakız ağaçlarıyla kaplı. Asırlık ağaçlar. O kadar yaşlı ağaçlar gördüm ki yaşlılıktan gövdeleri artık toprağa değmiş vaziyette. Yine de zaman direniyorlar ve dalları yemyeşil.


Arabadan indim, ağaçların yanına gittim. Ağaçların dipleri tertemiz ve üzerleri çizik içinde. Sakız Adası’nda yaşayanların birçoğu sakız üretiminden geçiniyorlar. Ağaç sakızının fiyatı da fena değil. Küçücük poşeti 3 Euro’ya satıyorlar. Sakız reçeli, Sakız likörü, Sakız şekeri, sakız, gibi birçok ürünlerde kullanıyorlar.

Çeşmemizde daha yeni yeni Sakız ağacına yönelik çalışmalar oluyor. Yüz yıllardır Rumlardan kalan ağaçlara pek sahip çıkamamışız. Alaçatı’da Çiftlik’te eski ağaçlardan kalanlar olmuş. Fakat sakız elde edemiyoruz. Ağaç sakızını dışarıdan ithal ediyoruz. Bu bereketli topraklarımızda yetişen ağaçlarımızı gelecek nesillere bırakmamız için, sakız ağacı dikmek için kampanyalar ve teşvik etme festivalleri yapmamız lazım.

1989 yılında belediye meclis üyesi olduğum yıllarda Alaçatı’da sayıları iki yüz olan sakız ağaçlarını koruma altına almak için meclis kararı almıştık. Eski Belediye Başkanı Sayın Remzi Özen’i bu kararından dolayı kutlamak isterim.

9 Ocak Salı günü sabah kahvaltısı yapmak üzere, eşimle beraber Sakızlar Restoran’a gittim. Sakız ağaçlarını görmek ve yeşillikler içinde kahvaltı yapmak istedim.

Sakız Adası’ndaymışım gibi hissettim kendimi. Biz neden bu işten anlayan insanlarla irtibat kurmuyoruz. Bu işten anlayan birçok Mühendis ve Ziraat teknisyenlerimiz var. Bu bilgili insanlarımızdan yararlanmalıyız.

Sakız üretimi yapmamız lazım. Çeşme’mize de ekonomik girdi sağlamış oluruz.

Kalın sağlıcakla…

12 Ocak 2018 Cuma yazılmıştır
 

HAYATA DAİR

 HAYATA DAİR!


Yaşam kısadır belki, ama ciddi anlamda değerlendirmeyi bilirsek o kısacık zamanı uzunmuşçasına dolu dolu yaşamak da bizim elimizdedir aslında... Her zaman yarınlardan söz ederek bugünümüzü heba ederiz. Her şeyi yarınlara erteler, yarınlara anlam yükleriz. Oysa ki yarınlar gelecek mi hiç birimiz bilmeyiz...

Oysa yarınların neler getireceğini ya da neler götüreceğini hiçbirimiz tahmin bile edemeyiz. Ve her nedense sonraki zamanlardan “gelecek” diye söz ederiz ama asla “gidecek” demeyiz...
Hayatı, sevdiklerimizi, zamanımızı, ve sağlığımızı her zaman çantada keklik gözüyle görürüz ancak onların bize emanet olduğunu ve günün birinde onları kaybedebileceğimizi hep göz ardı ederek boş işlerle tüketiriz. Her zaman en sevdiklerimizden ve her zaman en kötü anlarımızda bize destek olan yoldaş kişilerden başlamaz mıyız? Ya da onları seçmez miyiz kendimize üzüp incitmek için
K
açımız çok sevdiğimiz insanın hatasını yanlışını gördüğünde bir zamanlar kendisini sancılı günlerden arındıran koruyan kollayan, sevdiğini hala deli gibi sevmesine rağmen kaçımız sevdiğini affederek gururuna mağlup olmayı başarabiliyor ki? Gurur deyip soyutlamıyor muyuz kendimizi? o kişiye karşı set çekmiyor muyuz? Halbuki bir telefon edip özür dilese her şey değişecek diyorken yürek sesimiz, hep karşı taraftan beklemiyor muyuz? Gururumuzu sevgimize değişiyor ve sevdiklerimizi başka kollara hatta işin içinden çıkılmaz yollara itiyoruz. 

Ne olur bir ilişkiyi, arkadaşlığı, dostluğu yada evliliği kurtarmayı gerçekten istiyorsanız, sevdiğinize gerçekten değer veriyorsanız ve illa da özür dilenmesi gerekiyorsa bunu siz üstlenin!İnanın hiçbir şey kaybetmezsiniz, hatta belki de aksine bir çok şeyi yeniden kazanabilirsiniz...
Ancak her şeyi yaptığınız halde karşı taraf sizi hala anlamıyorsa ya da durumu değiştiremiyorsanız bile yine de üzülmeyin. En azından yıllar sonra yeniden o kişiyi hangi şartlarda olursa olsun karşınızda gördüğünüzde içinizde kendi adınıza bir pişmanlık duymazsınız. “Ben zamanında elimden geleni yapmıştım onu kazanmak için” diyebilirsiniz. Bu bile yetmez mi? Olmazsa olmaz ama en azından ruhunuzun derinliklerinde ukdesi kalmaz..
Gururla yaşamak güzeldir elbette ama sevdiğin olmadan yaşamaya benzer mi? Yani illaki birinden fedakarlık yapılacaksa varsın gururunuzu feda edin hayatınızda. Bir kere de olmaz mı?
Zaten sevdiğiniz yanınızda ise gururunuz her zaman sizinle demektir
. Peki yalnızsanız ve o çok sevdiğiniz insan yanınızda yoksa söyler misiniz gururun bir anlamı var mı?
İlerleyen yaşlarımızda gençliğimizde yapamadığımız, içimizde ukde kalan davranışları gençlerden gördüğümüzde “ah gençlik” diye iç geçirmez miyiz? Sanki bizler de bir zamanlar hiç genç olmamışsızcasına..Farkındaysak; yaptığımız şeylerden değil de hep yapamadığımız şeylerden pişmanlık duyarız. O yüzden canınız ne yapmak istiyorsa yapın. “LEO BUSCAGLİA” “SEVGİ” Kitabında anlattığı gibi, “Hayatı dolu dolu yaşayın!” diyor.

Ak saçlı bir dede: “Haydi evlat! Sen zamanında hayatı gerektiği gibi yaşayamadın. Al sana bir joker. Bir daha her şeyi en başından yaşa! mı diyecek?  Hayatınızda sahip olduklarınızı değil de yalnız sizi seven ve en çekilmez olduğunuz durumlarda bile size ilgisini,sevgisini esirgemeyen kişi ya da kişilere rastlamışsanız hayatınızın çeşitli evrelerinde, lütfen onlara daha fazla sahip çıkın. Çünkü sizi asıl hak eden yalnız onlardır. Gerisi kocaman bir YALANDIR!  Onlara herkesten daha çok gönül kapılarınızı aralayın. Çünkü onlardan kalmadı artık. Bulduysanız da sakın kaçırmayın!  

Hayatınızda hep "iyi ki"ler olsun, "keşke"ler değil!

"Ertelenen değil, asla hatırınızdan silinmeyen zamanlarınızın olması dileğimle..."

Kalın sağlıcakla…

ŞİMDİKİ ÇOCUKLAR HARİKA!

 


ŞİMDİKİ ÇOCUKLAR HARİKA!

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs’ı gençliğe emanet etmesi tesadüf değildir. Atatürk “Ey yükselen yeni nesil, İstikbal sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk onu yükseltecek ve sürdürecek sizlersiniz” diyerek Türk gençliğine ulaştırmak istediği ülküsünden bahseder. Gençliğe hitabesinde ülke çıkarlarının her şeyden üstün tutulması gerektiğini ve Cumhuriyetin bağımsızlığının genç nesillerce muhafaza edilmesinin önemini anlatır.

Ve yine Atatürk “Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim” derken gençlerden beklediği erdemleri özetlemiştir. Sadece fiziksel başarının yeterli olmayacağını, aynı zamanda da ahlaki değerlerin de ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır. 68 kuşağı gençlerimiz yanlış yönetilen iktidar yöneticilerine, tepki göstererek memleketimizin geleceği için çok mücadele verdiler fakat halk onları fikirlerini benimsemeyip halkımız için bedel ödediler. Sistem, sembol olan üç fidanımızı idam ederek cezalandırıldı. O yıllarda gençlik deyince ilk aklıma İlerici gençliğin sembolü olmuş Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan gelir. 1980 kuşağı gençlerimiz de ülkeleri için canla başla mücadele ettiler. Halkımız yine gençlerimizi anlayamadılar. Sıkı yönetim rejimi Asmayalım da besleyelim mi? diyerek birçok gencimiz idam cezasıyla yargılandılar ve çoğu gencimize hayatlarıyla bedel ödettirdiler. Bunlardan birisi de mahkeme kararıyla yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren idi. Erdal Eren; 13 Aralık 1980 Ankara Altındağ Ulucanlar Cezaevinde idam edildi.

23 yıldır Türkiye’deki okullarımızda gençlerimiz doğru dürüst eğitim alamıyorlar. İmam Hatip liseleri almış başını gidiyor. Gerçi eğitim aileden gelir ama insanlarımızın büyük bölümü kitap okumuyorlar. Millet geçim derdine düşmüş, inşaat işçileri, tarımla uğraşan aileler ve daha niceleri günlerin yorgunluğundan, kitaba zaman ayıramıyorlar. Bu da gençliğe ve çocuklara yansıyor. Ben 36 yıllık kitapçı olarak kitap okunan evde yetişen bir aile çocuğunu alışveriş kültüründen tanıyorum. Kitap okuyan bir çocuk dükkândan içeri selam verip içeri girdiği gibi okumak istediği kitabın ismini söyler. Eğer aradığı kitap yok ise “Peki ben başka kitap seçerim der” ve kitapları araştırmaya devam eder. Diğeri ise bulamadığı için ayrılır hemen dükkândan.

Her aile Çocukları için; doktor, pilot, subay olsun isterler. Çocuklarına çıtayı hep yüksek gösterirler. Çok aileler benim oğlum sanatçı, sanaatkar olacak demez. Birçok aileler çocuklarını devlet memuru olmasını isterler. Veya resmi

bir yere işçi olarak çocuklarına iş bulması için torpil ararlar. Çocuklarının yaşamı için garanti yerler ararlar. Çocukları için ben çektim çocuklarım çekmesin diye düşünürler.

Gençlerimizi özgür bırakmalıyız. Ne yaşamak istiyorlarsa kendileri karar versinler. Hayat çünkü onların hayatı. 2025 yılındayız ülkemizde son yaşadıklarımız ortada. Siyasi iktidar dindar bir gençlik yetiştireceğiz dedikçe toplum dinden uzaklaştı. Israrla baskıyla yönetemezsiniz Z kuşağını.

“Gençlerimizi son günlerde yaşadıkları ve çabalarının yanı sıra gencin toplumsal gelişimi de bu tür tanımlama çabalarında önemli ip uçları vermektedir. Her şeyden önce gençler de diğer tüm bireyler gibi içinde bulundukları ekonomik, toplumsal ve kültürel yapıdan etkilenirler. Bu yapının gençlere sağladığı tüm olanaklar ve yönlendirmeler gencin kişilik ve kimlik oluşturmasında belirleyici bir rol oynar. Daha da somutlaştırmak gerekirse gencin gelişimi üzerinde içinde yaşadığı ailenin yapısı ve özellikleri, cinsiyeti ve kültürün cinsiyete atfettiği değerlerdir.”

Gezi olaylarında Üniversite gençliğini gördük.19 Mart 2025 tarihinde iktidarın yanlış politikalarından rahatsız olan gençlerimizin, sorunlarını görmezden gelenlere kendilerini gösterdiler. Hiçbir kişiye ve malına zarar vermeden eylemlerini demokratik şekilde yaptılar. Güvenlik güçlerinin barikatların önünde üniversite gençleri halay çekerek binlerce öğrenci hiçbir partiyi desteklemiyoruz, özgürlük ve adalet istiyoruz diye haykırdılar. 300 kusur öğrenci göz altına alındı. Ne yaptı gençler? Yasal haklarını kullandılar.

Yazımın başlığını Usta Kalem Aziz Nesin’in bir başyapıt niteliğindeki kitabından esinlenerek diyorum ki; “Şimdiki Çocuklar Harika” Yaşasın Gençlik! 





 

YAŞANMIŞ ANILAR!

YAŞANMIŞ ANILAR!  Bir köy çocuğu olarak geldim dünyaya. Bir yılkı atı kıvamında büyüdük yetiştik, türlü badireleri geçerek. Bu zamana gelinc...