Bir Halk Adamının Ardından: Faik Tütüncüoğlu

 

Bir Halk Adamının Ardından: Faik Tütüncüoğlu

Bazı haberler vardır; gece yarısı insanın önüne düşer ve uykuyu alıp götürür.
20 Aralık 2025 Cumartesi gecesi, saatler 23.00’e yaklaşırken sosyal medyada karşıma çıkan bir haberle içimden bir parça koptu. Çeşme’nin önceki belediye başkanlarından, yaşamını halkına adamış bir isim olan Faik Tütüncüoğlu’nun vefat ettiğini öğrendim. O an sadece bir eski belediye başkanını değil, bu kentin vicdanını temsil eden bir değeri kaybettiğimizi hissettim.

Faik Tütüncüoğlu ile yollarımız, Sosyal Demokrat Halkçı Partisi çatısı altında kesişti. O yıllarda kendisi Çeşme İlçe Başkanıydı; ben ise Alaçatı Belde Başkanlığı görevini yürütüyordum. Aynı siyasi geleneğin, aynı toplumsal sorumluluğun içinde yan yana yürüdük. Bizim kuşağımız için siyaset; makamdan çok emek, sözden çok duruş demekti. Faik Başkan da bu anlayışın sahadaki en güçlü temsilcilerinden biriydi.

1989 yılında Çeşme Belediye Başkanlığı görevine seçildiğinde, ilçemiz adına yeni bir dönemin başladığını hepimiz biliyorduk. O dönem yerel yönetimler yalnızca hizmet üreten kurumlar değil, aynı zamanda sosyal adaletin, katılımcılığın ve kamusal vicdanın taşıyıcısıydı. Faik Tütüncüoğlu da belediyeciliği bu bakışla ele aldı. Bugün hâlâ kullanılan, kent yaşamına karışmış pek çok hizmet, onun bu anlayışının somut izleridir.

Faik Başkan, makam odalarına sıkışan bir belediye başkanı olmadı. Çeşme sokaklarında yürüyen, esnafla selamlaşan, kahvehanelerde halkın nabzını tutan bir yöneticiydi. Belediyeden çıkıp evine kapananlardan değildi; halkın arasına karışır, dert dinler, eleştiriye kulak verirdi. Onun belediyeciliğinde “halk” bir slogan değil, gerçek bir muhataptı.

Asker kökenliydi; albay rütbesiyle görev yapmıştı. Disiplini, netliği ve kararlılığı buradan gelirdi. Zaman zaman sert bulunabilirdi; bunu saklayacak değilim. Ancak şunu da açıkça söylemek gerekir: Yanlış yaptığını fark ettiğinde geri adım atmaktan çekinmeyen, doğruyu savunurken kimseye yaslanma ihtiyacı duymayan bir karakterdi. Bugünün siyasetinde pek sık rastlanmayan bir erdemdir bu.

Benim için Faik Tütüncüoğlu yalnızca birlikte çalıştığım bir belediye başkanı değil, aynı zamanda siyaseti insani ölçülerde yapmayı öğreten bir yol arkadaşıydı. Onunla yapılan her sohbet, her fikir ayrılığı bile öğreticiydi. Siyasetin bağırarak değil, dinleyerek; hükmederek değil, ikna ederek yapılabileceğini ondan öğrendim.

Bugün Çeşme, kendisini gerçekten dert edinen bir insanını daha uğurladı. Böyle insanlar kolay yetişmiyor. Ama geride bıraktıkları izler, kentlerin hafızasında silinmiyor. Faik Tütüncüoğlu’nun adı, yaptığı işlerle, dokunduğu hayatlarla ve temsil ettiği anlayışla bu kentte yaşamaya devam edecek.

Başta ailesi olmak üzere, onu seven herkese ve tüm Çeşme halkına sabır diliyorum.

Faik Başkanım, seni unutmayacağız.
Eserlerin bu kentte yaşamaya devam edecek.
Mekânın cennet, ruhun şad olsun.

21 Aralık 2025

GERMİYAN FESTİVALİ:

 1952 yılında Germiyan Köyü’nde doğmuşum. 20.01.1952’de Babam Germiyan Köyünde vefat ettikten sonra dayılarım, annemi bizimle birlikte Alaçatı’ya yerleşmemizi sağlıyorlar. Çocukluk yıllarımda Annemle beraber Alaçatı’dan merkeplerimizle Reisdere’den geçerek Germiyan’a Zeytin toplamaya gelirdik. Zeytin ağaçlarımız o yıl bol zeytin yaptıysa köydeki evimizde kalırdık. Köyün girişinde bulunan Ahmet Efendi’nin yağhanesinde veya Koca Rıfat’ın oğullarının yağhanesinde sıktırırdık yağlarımızı. Ahmet Efendi’nin yağhanesi köydeki evimize çok yakındı. Yağhanede çalışanların seslerini duyardık.

Yağhanedeki yağ sıkan taş sesleri bir Orkestra gibi gelirdi bana. Zeytin toplamaya gittiğim zaman bazen dizlerimin üzerine çöker özellikle zeytin tanelerine denk gelecek şekilde zeytini ezerdim. Pantolonum yağ içinde kalırdı. Yağhanede çalışanları yağ içinde görünce bende o arkadaşlara benzemek isterdim belki, belki de zeytinyağını çok sevdiğim için kim bilir? 24-26 Ekim 2014’de Germiyan’da bu yıl ilki gerçekleşen Ekmek Festivali nedeniyle Germiyan’da bolca vakit geçirdik. Bu köyde çok hatıralarım var.
Germiyan Festivali’nde herkes birbiriyle tanışacak, sokaklar hınca hınç dolduracak. Kadınlarımız kapısının önüne oturmuş, her geçen ziyaretçilerle sohbet edilecek alnında çizgilerle yorgun asırlık ağaç gibi her şeyi anlatıyor olaçaklar. Bu yorgunluklarınaa rağmen inatla hayata direniyor ve hayatla sanki dalga geçer gibi dimdik duruyordu.

Rahmetli Alaattin eniştem diğer festivallerde kendisiyle zeytin konusunda konuşuyoruz, bana zeytinciliği anlatıyor. Hayatı boyunca sabah namazına kalkar, sabah namazını kıldıktan sonra kahvaltısını yapıp traktörüne biner ve zeytinliklerine gider. Kendisine: “Yeter artık çalışma. Neden yoruyorsun kedini?” diye sorunca O da bana: “Çalışmayıp da ne yapayım. Köyde kahvede mi oturayım? Doğa gibi var mı? Zeytin ağaçları diktim bunlara bakmak lazım” deyip beni mahcup etti, sorduğum sorudan pişman ediyor.
Yanından kalkıp köy kahvesinden çukur içine gidiyorum. Yağmur yağmak üzere. Çukur içinde satış için tezgâhlar kurulmuş, tüm köylü hazır. Vatandaşlar yavaş yavaş gelmeye başlamış, bir tarafta keşkek kazanları kaynıyor diğer tarafta ekmek fırınları kızdırılmış yemek ve ekmek kokuları mis gibi kokuyor. Hep tanıdık yüzler. Herkes tezgâhlarına çağırıp yaptıkları aşlarından tatmamı istiyorlar. Ben de onları kırmamak için tadıyorum bir tatbilir gibi. Sonra da soruyorlar nasıl beğendin mi? Diye. Benden yorum istiyorlar. Çukuriçi’nde tezgâhları gezerken çocukluğumda Büyükannemin kardeşleri Şerife Teyzem ile Zeynep Teyzem vardı. Evlerinin cümle kapıları yol üzerinde ve çukur içindeydi. Rahmetli oldular. Ben çocukken ne zaman yanlarına gitsem beni öyle bir sararlardı ki neredeyse on dakika bırakmazlardı. O kadar samimi ve sevgileri yürektendi ki hem ağlar hem de elleriyle başımı okşarlardı. İki kardeş birbirlerinden hiç ayrılmazlardı. Onları o gün o kadar çok aradım ki!.. Ve anıları bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden.
Alaçatı ve köylerinin bütün şehir yasasıyla birleşmesinde sonra projenin kapsamında. Belediye başkanı festival sürecinde Germiyan köyünden hiç ayrılmadı ve hep köylünün yanında oldu. Germiyan köylüsü bu Festivalden memnuniyetlerini her sohbet edişimizde dile getirdi. Bundan sonra geleneksel olabilmesi için köyde yaşayan arkadaşlarımız ve kanaat önderleri bu Festivaline sahip çıkarlar. Belki organizasyonda bazı eksiklikler olmuştur önümüzdeki /yıllarda daha verimli ve daha güzel festivaller olacağına inanıyordum. Bu yıl da yapılacak olan 18/19/Ekim 2025 yılında çok keyifli bir Germiyan Festival olacaktır.
Kalın sağlıcakla..

HAZAN MEVSİMİ

Sonbaharın müjdecisi, yaprakları sarardığı ve toprakla buluştuğu aydır Eylül. Yani hüznü çağrıştırır. Ben ise çocukluğumdan beri Eylül ayını severim. Nedenini hiç kendime sormadım ama hep sevmişimdir. İşlerin sonlandığı, okulların  açıldığı, Kurtuluş Bayramlarının kutlandığı aydır…

Güneşin yaz aylarındaki gibi gökyüzünde tam başımızın üstünden değil de yandan gülümseyerek baktığı, arada bulutların arasından bizleri seyrettiği hüzünlü bakışlarını izlediğimiz aydır Eylül.

Bir Eylül ayını daha bitirdik. Tabiat malum, elbisesini giydi yine. Bütün dallardan canlar çekilmek üzere. Bunun için işte, sararmaktadır yapraklar. Sevdiğini yitirmiş kalpler gibi atıyor benzi ağaçların. Ve solmadan hayatın renklerini...

Bu bitiş yalnız çevrede mi, tabiatta, ağaçlarda mı? Biten her Eylülde, baharlarda filizlenen umutlar da bitiyor mu? Tükendi mi yine bütün ümitler? Kalmadı mı ufkunuzda hiç bir canlı renk? Peki değişen ne? Hep aynı uzaklıkta değil mi size sevdikleriniz? Hep aynı değil mi hayalleriniz? Ve aynı değil mi geceleri uykularınızdaki düşleriniz? Peki öyleyse bu karamsarlık niye? Hadi yine siz unutmaktan değil unutulmaktan korkun. Çünkü unutulmak çok daha büyük bir yalnızlıktır elbet. Unutmayın ki yaşasın varsın hayallerinizde ve düşlerinizde sevdikleriniz. Siz unutmadıkça daha nice Eylüller bitecek, daha nice baharları kucaklayacaksınız içinizde bitiremediğiniz sevgilerle.

Düşünün haydi! Her yitirilenin arkasından dökülen yaşlar aynı değil mi? Kişileri farklı bile olsa. Aynaya bakın bir kere. Seyredin yüzünüzü ve varın farkına bitkinliğinizin. Peki nereye ve ne zamana kadar sürecek bu yılgınlık, nereye sürüklemekte sizi bu küskünlük? 

Haydi biraz daha dikkatli bakın aynaya ve gönlünüzden atamadığınız sevginin halen var olduğunu görün gözlerinizde ve yine güvenin yüreğinizdeki sevgilerin büyüklüğüne. Güvenin bu büyük sevgilerin gücüne. Bu sevgilerin gücüyle yeniden yeşertin umutlarınızı mevsim hazan bile olsa.

Yeter ki bitmesin içinizdeki sevgiler, dönmesin hazana. Biten Eylüller gibi hayalleriniz sararıp solmasın ve de duygularınız sararan yapraklar gibi. Unutmayın; “Unutmak değil, unutulmak daha büyük bir yalnızlıktır.


Sevgiyle kalın.

 

 Alaçatı’nın sevilen abisi, ilk kitapçısı Alaçatı Kitabevi sahibi ve yazar Ömer Önal bugün saat: 17.00’da Ark Alaçatı’da okurlarıyla ve sevenleriyle buluştu.

 

Kendisine has sıcak, samimi üslubuyla Alaçatı’nın geçmişten günümüze tarihini, kültürel ve sosyal yaşantısını anlatan Ömer Önal, Alaçatı Kitabevi’nin nasıl ve ne zaman başladığına da yer verdi.

Önal o günleri şu şekilde anlattı;

“Alaçatı Kitabevi’nin hikâyesi 1989’da başladı. Ben öncesinde 25 yıl terzilik yapmıştım. Beni hayatımda hep kokular yönlendirdi. Ortaokula giderken sünnetlik elbiselerimi diktirmek için terziye gitmiştim. Oradaki kumaş kokusu beni kendine hayran etti. Sonra gittim anneme dedim ki ben zanaatkâr olacağım. Sonra başladık, sekiz sene çıraklıktan sonra tam 25 sene terzilik yaptım. Gelelim 1989’a. 15 Eylül Alaçatı’nın işgalden kurtuluş bayramıdır. O dönem illerden uzak birçok ilçede olduğu gibi buranın da kitap sıkıntısı vardı. Kitabı devlet veriyordu o dönemde ama baskı yetişmiyor tabii. 15 Eylül Kurtuluş Bayramı programını hazırlarken Alaçatı Ortaokul Müdürü Ahmet Yaşar Çağlaşan’la sohbet ederken “Ben Alaçatı’ya bir kitapçı dükkânı açayım.” önerisinde bulundum. Çünkü okulda bir sınıfta Türkçe kitabı yoksa diğerinde Matematik yok. Tabii bu ihtiyacın yanında yine kokular iş başındaydı. İzmir’e gittiğimde girdiğim kitabevlerindeki o kitap kokusu beni mest ediyordu. Müdür Çağlaşan da “Çok iyi olur, çok büyük bir hizmet yapmış olursun.” dedi. O konuşmada sonra kararımı verdim. Eşime de anlattım durumu, “Ben terziliği bırakıyorum, kitapçı dükkânı açacağım.” dedim. 

 

“Sen delirdin galiba,” diye karşılık verdi. Haksız mı? Terzi dükkânı dolu. Mütevazılık yapamam, iyi terziydim. “Ben çocuklara hizmet etmek istiyorum.” dedim. Aldım elime iğne ile yüksüğü, “Bunları hayatım boyunca saklayacağım. Ola ki iflas ettim. Gene mesleğime dönerim,” diye söz verdim. Ertesi gün gittim terzi dükkanıma, kalfama, “Bu dükkânı olduğu gibi sana veriyorum. Bana şimdi beş kuruş para verme, ileride iş yapıp parasını ödersin,” dedim. Sonra marangoza gittim, 15 Eylül’e kadar yetişir mi yetişir. Sabahlara kadar çalışıp üç gün içinde yetiştirdi sağ olsun. Çeşme’deki akrabamdan ve İzmir’e gidip biraz kitap ve kırtasiye malzemesi aldım. Yani bir hafta içinde okulların açılışına yetiştirdik. 14 Eylül 1989, o gün başladı işte bu kitabevinin macerası. 


Kokulu silgiler, rengârenk kalemler, kitaplar. Kitabevini açtıktan sonra aradan bir sene kadar geçti, sene 1990. Ben dedim çocukları yazarlarla tanıştıralım. İlkin İzmir’de çocuk kitapları yazarı Mevlüt Kaplan’ı konuk ettik. 

Gülten Dayıoğlu, Muzaffer İzgü, Hüseyin Yurttaş, hepsini çocuklarla tanıştırdık. 

 

Burası çok kozmopolittir, bakmayın bugünkü haline; Boşnaklar, Arnavutlar, Selanik göçmenleri var burada. Buranın ayrı bir büyüsü, doğal zenginliği var; buraya gelen, gitmek istemiyordu. “ 

 

1990’lardan sonra buraya İstanbullular geldi. Başta her şey iyiydi. Sonradan sonraya gelen arttı. Tütün ve anason yasakları derken doğası da bozulmaya başladı.” dedi. 

 

Benim Alaçatı ve Bir Zamanlar Alaçatı’da kitaplarının, nasıl kitaplaştırıldığına da yer veren Ömer Önal, Alaçatı Gazetesi’nde anılarını yazmaya başladığını kısa sürede bu anıların çok sevildiğini, sonradan oğlu Burak ve arkadaşlarının teşvikiyle kitaplaştırdığını anlattı.

 

Samimi ortamda geçen söyleşide katılımcılarla şimdiki Alaçatı’da tartışıldı. 

ALAÇATI MASALINDAN GERİYE GÜRÜLTÜ KALDI

 

ALAÇATI MASALINDAN GERİYE GÜRÜLTÜ KALDI

Alaçatı, yalnızca taş evlerin gölgesinde rüzgârın kanat çırptığı bir kasaba değil; yüzlerce yılın hafızasını usulca taşıyan bir bellektir. Her sokak, her avlu, her taş duvar; insanlığın acısıyla, sevinciyle, göçüyle ve direnciyle yoğrulmuş birer sessiz tanıktır.


Börklüce Mustafa’nın isyanında, Şeyh Bedrettin’in düşlerinde, Hacı Memiş Ağa’nın gölgesinde şekillenen bir tarihten söz ediyoruz. Germiyanoğulları’nın izleri, Alacaat aşiretinin adını buraya mühürleyişi, ardından yüz yıl boyunca bu topraklarda kök salan Rum ailelerin hikâyeleri…

 

Ve sonra, Selanik’ten, Yugoslavya’dan yorgun ama umut dolu kalabalıkların gelişini düşünün. Hepsi Alaçatı’nın taşlarında bir katman gibi üst üste eklenmiş.


Bugün sokaklarda yankılanan kahkahalar, geçmişin dualarıyla, ağıtlarıyla iç içe akıyor. Taş evlerin gölgelerinde yalnızca göçmenlerin ayak sesleri değil, aynı zamanda dayanışmanın, komşuluğun, ortak sofraların sıcaklığı da duyuluyor.


Alaçatı, rüzgârıyla, deniziyle ve insanıyla yalnızca bir coğrafya değil; kültürlerin, dillerin ve yaşam biçimlerinin kavuşma noktasıdır. Onu özel kılan, geçmişin izlerini silmemesi; tam tersine o izleri bugüne dokuyan bir nakış gibi işlemesidir.



Her yeni gün, bu topraklarda bir başka hikâyeyi büyütür. Çünkü Alaçatı, yalnızca geçmişi anlatan bir sahne değil; geleceğe fısıldayan, yaşayan bir masaldır.

Ama şimdi…

Alaçatı’nın taş duvarlarına sinmiş o sessiz şiir, yerini kalabalıkların hoyrat gürültüsüne bıraktı. Bir zamanlar şarapla, rakıyla sohbetin, muhabbetin iç içe geçtiği meyhaneler; şimdi yüksek sesli müziğin, gösterişin ve tüketimin mekânına dönüştü.

Daracık sokaklarda yankılanan ses artık çocukların kahkahası değil; sabaha dek süren eğlencenin hoyrat uğultusu. O eski dost sofraları, yavaş yavaş yerini kalabalık masalara, fotoğraf çekmek için kurulan sahnelere terk etti. Alaçatı, bir zamanlar insanların kalbinde bir hatıra iken, bugün birçokları için yalnızca “gecelik bir eğlence” ye dönüştü.

Bu sitemim, Alaçatı’ya değil; onun ruhunu göremeyenlere. Çünkü Alaçatı’nın asıl büyüsü taş evlerinde değil, o taşların arasından süzülen geçmişin sesindeydi. Eğer biz bu sesi kaybedersek, geriye yalnızca gürültü içinde unutulmuş bir kasaba kalacak.

Ömer ÖNAL

25.08.2025

 



Kitapseverlerin yoğun ilgi gösterdiği imza günü etkinliğinin ardından Çeşme Life'a konuşan Şirin, kendisinin Türkiye'de ilk imza gününü Alaçatı Kitabevi'nde yaptığını hatırlatırken, "Ömer Bey’e büyük bir saygı duyuyorum. Bağımsız bir kitabevi olarak yıllardır burayı ayakta tutuyor, kahramanca bir mücadele veriyor. O nedenle Türkiye’ye ne zaman gelsem, yolum buradan geçse bir imza günü yapmaya çalışıyorum. Burada olmak benim için büyük bir mutluluk” ifadelerini kullandı.

#Alacati #Selcuksirin



 Sevilen yazar ve akademisyen Selçuk Şirin, yeni kitabını imzalamak ve okurlarıyla buluşmak için Alaçatı Kitabevi’ne geliyor.

🗓 Tarih: 20 Ağustos 2025
⏰ Saat: 19.00
📍 Yer: Alaçatı Kitabevi
Ege’nin kalbinde, kitap ve sohbet dolu bu özel buluşmayı kaçırmayın!

Bir Halk Adamının Ardından: Faik Tütüncüoğlu

  Bir Halk Adamının Ardından: Faik Tütüncüoğlu Bazı haberler vardır; gece yarısı insanın önüne düşer ve uykuyu alıp götürür. 20 Aralık 20...