DOSTLUKLAR


Hayatım boyunca 1964 yılından 2020 yılı 15 Mart ayına kadar her sabah dükkan’nım açılır ve gecenin geç saatine kadar çalışıyordum 16 Mart sabahı Corona Virüs’ü nedeniyle Ev karantinası nedeniyle evimden çıkmamaktayım. Bol bol düşünme fırsatım oldu.Dostlarım sağolsun telefonla arayarak hal ve hatırımı soruyorlar.Meğerse ne çok sevenim varmış.Gururlandım.

Evimde kah bilgisayar kah Günlük defterime anılarımı ve Alaçatı hakkında yaşanmış hikayelerini yazıyorum.tabi ki Kitap okumayı bilhassa hiç ihmal etmiyorum. Terzilik yıllarımda Kitap okumak için pek fırsatım olmuyordu.1989 yılının Eylül ayında Kitapçı dükkânımı açtıktan sonra Kitap okumak ne kadar iyi bir şey olduğunu anladı.

Kitapçı dükkânıma gelen okurlar bana bir kitap önerir misiniz? diye sorarlardı ilk zamanlar böyle bir soru sormalarından nefret ederdim. Çünkü kendim okumadığım kitabı nasıl önerebilirim diye kendimi hep mahcup hissederdim.

Neyse Dostluklardan bahsetmek isterim sizlere. Hanım bugün ben Alaçatı’da“Siyasi Yaşamım”diye bir yazı dizisine başladım. Eşim yanıma gelip elinde Çay ve önceden kokusunu aldığım bir tabak içinde lorlu kurabiye’yi masama bıraktı.

Yazı yazmayı bıraktım ve masama bırakmış olduğu kurabiyeden bir tane aldım ve muhteşem bit tat. Çayımla birlikte önümdeki kurabiyeler bir baktım bitmiş. Kendisine teşekkür ettim ve konuşmaya başladık. Eşim bu kurabiyeleri en güzel 1850  Oteli’nde yapıldığı,Bende  Nilüfer Onan’n da Kurabiyeleri muhteşemdir dedim.Dükkanım Uğur Mumcu caddesindeyken Nilüfer her Kurabiye pişirdiğinde kesekağıdına üç beş tane koyar ve kesekağıdın azgını ham iple bağlar yanındaki elemanla bana gönderirdi.Ne güzeldi o günler.Komşuluklar Dostluklar sohbetler.Sevilmek,sevmek,Hatırlanmak,Hatırlamak.Ben bugün bunları düşünüyorum.hadi bakalım madem teknoloji yılı sarıl telefona sevdiklerini ara,lütfen mesaj atmayın telefon et dostunun sesini dinle.

Kalın sağlıcakla…. 

SİYASİ YAŞAMIM 5


 Artık bir partili olarak hayatıma devam ediyordum. Terzi dükkânımda, müşterilerle sohbetlerimde, Halk Partisi’ni tartışıyordum. Dilimin döndüğü kadar Cumhuriyet Halk Parti’sinin iyi olan icraatlarını savunmaya çalışıyordum, varsa da kötü uygulamalarını masaya yatırıyordum. Üniversiteye giden gençler dükkânıma çok sık gelmeye başlamışlardı. Gençlerden çok şey öğreniyordum. Sol içerikli kitaplarla görürdüm onları.

1976’da Belediye Başkanı Lütfü Koparal, haziran ayı meclis toplantısını yapılması gereken yasal tarihler içerisinde yapmadığı için içişleri bakanı tarafından görevinden alınmıştı. Alaçatı tam bir belirsizlik içindeydi. Herkes Başkan’ın nasıl görevden alındığını konuşuyordu. Tabi bu arada Alaçatı’nın gündeminde seçimin nasıl yapılacağı konuşuluyordu. Yüksek Seçim Kurulu,  Alaçatı’da ara seçim kararı almış ve seçim takvimi işletilmeye başlamıştı. Adaylar belli olmaya başlamıştı. Adalet Partisi yine Lütfü Koparal’ı aday göstermiş, Cumhuriyet Halk Partisi ise aday göstermekte zorlanıyordu, kamuoyu yoklama çalışmaları yapıyordu. Alaçatı’daki kanaat önderleri, Cumhuriyet Halk Partisi Çeşme Meclis Üyesi ve aynı zamanda Belediye Başkan Vekili olan Abdurrahman Keskin’e giderek kendisine Alaçatı Belediye Başkanlığına aday olması için baskı yapıyorlardı. Abdurrahman Ağabey, Çeşme’de çok iyi çalışmakta olan bir ekmek fabrikasının sahibiydi. Abdurrahman Ağabey bu ısrarlara, “Arkadaşlar, ben burada kendime bir iş kurdum ve Çeşme Belediye Başkanı Ali Okyay, rahatsızlığı nedeniyle  izinli olduğundan onu bu halde yalnız bırakamam.” diyerek Alaçatı belediye başkanlığı adaylığına pek sıcak bakmıyordu. Ancak Alaçatı gençleri bir olup Abdurrahman Ağabeyi ikna etmeyi başardı. Abdurrahman Ağabey gençleri kırmayarak Alaçatı Belediye Başkanlığı adaylığını kabul etti.



Alaçatı Cumhuriyet Halk Partisi Örgütü rahat bir nefes almıştı. Alaçatı Gençliği bu seçimde ev ev, kahve kahve, gece gündüz demeden çok çalışarak Abdurrahman Ağabey’e 56 oy farkla seçimi kazandırdı.

Seçim gecesi tüm gençlik yanında, Meydanlık’ta toplanmıştık. Gençler, Abdurrahman Ağabey’i omuzlara alarak eski belediye binasına, (Bugünkü Sağlık Ocağı’na) kadar getirmiştik. Abdurrahman Ağabey, davul sesini duyduktan sonra hemen yanındakilere, “Sakın davul çalmayın! Neyin zaferini kutluyormuşuz? Biz Alaçatı’ya iş yapmaya geldik. Kesinlikle davul çalınmayacak. Davulcuları derhal buradan uzaklaştırın!” dedi gençlere.

İki gün sonra, Abdurrahman Ağabey, mazbatasını alarak görevine başlamıştı.

Abdurrahman Ağabey, işini çok ciddi yapan bir kişi idi. Alaçatı’da İmar dairesini kuran ilk Belediye Başkanı’mızdı. Tarihinde Alaçatı’ya imarı getiren Belediye Başkanı’mızdı. Alaçatı-Ilıca arasındaki 18 Uygulaması, Dikencik Mevkii ve İmamoğlu Mevkii’ndeki arazilere imar getirmesi ile Alaçatı’nın gelişmesini sağladı.



YAŞ 65, YOLUN YARISI (!)

65 yaş üstü olunca günlerdir evimde ailemle birlikteyim ve sokağa çıkmıyorum. Günlerdir televizyonlarda Corona Virüs haberlerini aralıksız seyrediyor ve bilgileniyorum. Sizlerle de bazı düşüncelerimi paylaşmak isterim.

Zor günlerden geçiyoruz. Birey olarak, ailece, ülkece ve hatta dünyamız zor günler yaşıyor. İnsanoğlunun varoluşundan beri zaten ziyadesiyle zor olan yaşamak olgusuna bir de salgınlar eklenince işimiz çok daha zorlaşıyor. Bu küresel salgının yararları olacak mı bilmiyorum ama Bir musibet bin nasihatten iyidir, diyen atalarımızın sözüne katılmamak da hâl böyleyken imkânsız. Doğaya inanılmaz zararlar verdik, Kadınlarımıza, birbirimize, çocuklara istismar edilip zararlar verdik. Sadece insanlara değil; hayvanlara da zararlar verdik. Hak yedik, sömürdük, masumları öldürdük, daima terazinin kefelerini zenginlerden yana bastırdık, savaştık, bombaladık… Hep zarar verdik.

İnsan olarak bu krizden çıkaracağımız çok önemli dersler var. Görüyoruz ki silahıyla, füzesiyle, teknolojisiyle övünen ülkeler ne kadar aciz kaldırlar. Demek ki her şey gövde gösterisi veya övünülesi teknolojik silahlar değilmiş. Bunun en somut örneği de halk olarak bilinçlenmede çok geç kalan ve sağlıkta çuvallayan İtalya.


Coronavirüs denilen bu lanet salgın sağlık anlamında her doktora, her hemşireye, her acil tıp teknisyenine ve aklınıza ne geliyorsa sağlık alanında okumuş her bireye ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Tabii bunun yanında hastaneye ve tıbbi malzemelere olan ihtiyacımızı da... “Biz dünyaya doktor göndeririz; asker değil!” diyen Fidel Castro’nun artık ne demek istediğini hepimiz çok iyi anlıyoruz.


Bizler ki daha düne kadar doktorlarımıza küfür eden, yumruk atan hatta bunlarla yetinmeyip öldüren insanlardık. Ama gördük ki sağlık söz konusu olup da başımız sıkıştığında ilk yardımımıza koşanlar yine kendileri. Sağlık çalışanlarımız...

Bilinçsiz bir şekilde, tamamıyla kadere teslim olarak beklemek değil anlatmak istediğim. Çalışmak zorunda olmayanlarımız mümkün olduğunca evlerine kapanarak, az insanla çok az temas ederek, tokalaşmayarak, öpüşmeyerek, ellerimizi sıklıkla yıkayarak bu süreci atlatmalı. Uzmanların dediği gibi bu virüse neredeyse hepimiz yakalanacağız ama ne kadar geç olursa o kadar iyi…

Bir iyilikle başlayacak her şey, unutmayalım. Bu zor günlerde bu iyilik hareketlerinin milâdı olsun. Söz, sonra yine sarılırız birbirimize.Yaz geliyor, piknik yaparız, tatile gideriz, sinema salonlarına koşarız, şort, tişört alırız. Çocuklarımızı okullarına uğurlarız, düğünlerde halay çekeriz ve daha nice şeyler yaparız. Ama şimdi değil. Geçecek bu günler de az sabır! Eskilerin dediği gibi “Sabrın sonu selamettir”

Kalın sağlıcakla…



SİYASİ YAŞAMIM (4)


Üsteğmenim Selçuk baksı neden sevindin bu kadar bakayım sen dedi. Üsteğmenim Lütfü Koparal ile olan sevgimi kendisine anlattıktan sonra bana bu ülkenin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu partiden başkasına neden seviniyorsun? Bu ülkenin kuruluşundan sonra Cumhuriyet Halk Partisini Mustafa kemal Atatürk ve Silah arkadaşı İsmet İnönü ile birlikte kurdular. Bu tavsiyelerini dinledikten sonra 8 yaşımda iken arkadaşlarımla kavga ettikten sonra Aaçatı Karakol Komutanından duyduklarım aklıma getirmişti. Üsteğmenimden de aynı sözleri dinleyince O günden sonra ben Cumhuriyet Halk partisini sevmeye başladım.1974 yılı Nisan ayında teskeremi aldım ve Alaçatı ya gelmiştim.
Sivil hayatım başlamıştı 1974 yılı 20 Temmuz tarihinde Kıbrıs barış harekâtı başladı. Televizyon Alaçatı’da kahveci Sabahattin Kosacının kahvesinde (Kahveci sarı)vardı dükkanımıza çok yakın 15 metre mesafede olduğundan Haberleri orada izliyorduk zaten başka yerde yoktu.2. barış harekatında televizyon. Turan Güneş’in “Ayşe izine çıksın” Parolasından sonra ve Ecevit’in “Toprak ekenin Su Kullananın” sloganından sonra ben artık iyi bir Cumhuriyet Halk Partili olmuştum.
Bir gün Cumhuriyet Halk Partisi Belde ve Ocak Başkanlıkları olmadığından İlçeye bağlı Mahalle temsilcilikleri vardı. Belde sorumlusu Fehim Keskin, Mahalle sorumlusu, Muhtar Hamdi Çevik idi Hamdi Ağabey bekâr Hakkı kardeşlerine ait olan, Cumhuriyet Meydan’ındaki kahvesinde oturuyordu karşısında Süleyman Akkaya ile sohbet ediyorlardı. Selam verip Hakkı ağabey ben Cumhuriyet Halk partisine üye olmak istiyorum, “-olur Ömer yanımda şu anda üyelik formu yok yarın sabah uğra yanına nüfus kâğıdı da al olur mu?” Olur, Muhtarım yarın yine uğrarım deyip ve kahveden ayrıldım.

Ertesi gün öyleden sonra kahvede oturmuş Cumhuriyet Gazetesi’ni okumaktaydı. Selam verip yanına oturdum. Gözlüklerinin altından bana hoş geldin dedi bende kendisine Hoş buldum dedim. Muhtar Hamdi ağabey Ömer Uğur Mumcu çok güzel bir yazı yazmış şunu bitirmeme müsaade eder misin dedi.

Bende tabiî ki dedim. Okumakta olduğu yazıyı bitirdikten sonra Çantasından Cumhuriyet Halk Partisi üye kayıt formunu çıkartı elinde bic marka olan tükenmez kalem ile Nüfus kağıdını kendisine uzattım ve yazılması gereken boşlukları tamamladıktan sonra At bakalım imzanı dedi. Bana kalemi uzattı bende kalemi alıp adımın yazıldığı yere imzamı attım. Artık Cumhuriyet Halk Partisi üyesisin dedi bana.
İçimden çok hoş bir ferahlama yaşamıştım. Bu Ülkeyi bizlere hediye eden Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurmuş olduğu Partisi’nin üyesi olmuştum.

SİYASİ YAŞAMIM (3)


1968’de siyasi partiler belediye başkan adaylarını belirlemeye başlamışlardı. Cumhuriyet Halk Partisi, görev başındaki Fehim Keski’ni tekrar aday gösterirken Adalet Partisi Lütfü Koparal’ı aday göstermişti. Seçimler kıran kırana bir mücadeleyle geçiyordu. O yıllarda, adaylar oy pusulalarını bizzat kendileri veya partililer aracılığıyla dağıtıyordu. Size verilen oy pusulasını sandığa atıyordunuz. Seçimler bittikten sonra sandıklar açıldı ve seçimi kazanan Adalet Partisi adayı Lütfü Koparal oldu. Tabi ustam ve Adalet Partisi sempatizanları çok sevinmişti. Seçimden sonra davul çalarak akşam geç saatlere kadar eğlenip seçimleri kutlamışlardı.

Belediye Başkanı Lütfü Koparal, arada ustamın dükkânına uğrar ustamla sohbet ederlerdi. Bu sohbetlerin bazılarında da bizlere: “Gençler, ustanız size bağırırsa bana söyleyin! Ben onun icabına bakarım.” derdi. Ustam Erdoğan Erman, “Başkan kahve içer misin?” diye sorduğunda “Gençlere de söylersen içerim.” derdi. Ustamız bize de mecburen çay söylerdi. Lütfü Koparal dükkâna girdiği an biz arkadaşlarla sevinirdik, ustamızdan biz de çay içeceğiz diye.


Zaman su gibi akıp gidiyordu. Lütfü Koparal halka yakınlığıyla tanınıyordu. Alaçatı halkına çok yakındı ve herkese eşit mesafedeydi. Halkın adamıydı. İkinci döneminde tekrar belediye başkanı olmuştu. (1973 Yerel Seçimleri, 1973 Genel Seçimleri'nden yaklaşık iki ay sonra 9 Aralık 1973'te yapıldı.)

1972 Kasım’ında vatani görevimi yapmak üzere, kömürlü trenle önce acemi birliğim Kütahya Hava Er Eğitim Tugayına teslim oldum. Acemi birliğimde terzilik mesleğimi icra ediyordum. 56 gün sonra meslek sahibi olanları erken dağıtım yaptılar ve beni Ankara Ahlatlıbel Hava Radar Mevzi Komutanlığına gönderdiler.

Ahlatlıbel Hava Radar Mevzi Komutanlığının bir kilometre ilersinde Amerikan Radar Bölüğü vardı. Bölüğün 100 metre ilersinde de 20 metrekarelik bir terzi dükkânı vardı. Mesai bitince nöbetçi amirleri dükkana gelir elbiselerini ütületirdi ve o sırada sohbet ederdik. Çanakkale doğumlu levazım subayı bir üsteğmenim vardı. Alaçatı’da o yıllarda televizyon yoktu. Televizyonu ilk kez İzmir Enternasyonal Fuarında görmüştüm. İkinci kez de asker ocağında gördüm. Yemekhanemizde akşam yemeğinden sonra, bölük yatınca ben nöbetçi amirlerimle, bazı akşamlar Selçuk Baksı Üsteğmenimle birlikte, TV izlerdim. Beni çok seviyordu, terzi dükkânından birlikte çıkar ve TV izlerdik. 9 Aralık 1973 günü TV’de seçim sonuçları açıklanıyordu. Sunucu bir anda, “Alaçatı belediye başkanlığını, Adalet Partisi adayı Lütfü Koparal kazandı.” dedi. Ben sevinçten sandalyeden kalkarak, “Oleyyy!!!” diye bağırdım. Tabi bu sevincim çok üzün sürmedi, enseme tokadı yiyince yerime oturdum.

1973 Genel Seçimleri’ne, Cumhuriyet Halk Partisi büyük bir değişimle girmişti. İsmet İnönü gibi büyük bir devlet adamını kurultayda eleyen Bülent Ecevit, Cumhuriyet Halk Partisi’ni birinci parti yapmayı başarmıştı. Adalet partisi ise ikinci parti olmuştu.

SİYASİ YAŞAMIM (2)

Yıl 1963, mahalli seçimler yapılmıştı. Alaçatı’da, Adalet Parti adayı Rahmetli Hüseyin Bayır seçilmişti. Cumhuriyet Halk Partisi meclis üyelerinin uyarılarına karşı, Rahmetli Bayır, belediyeye benzin satışı yaptığından gensoru ile karşı karşıya kalmıştı. Daha sonra iş Yüksek Seçim Kuruluna yansımış ve müfettişlerin tutmuş olduğu raporlarla Hüseyin Bayır görevden alınmıştı. Yerine de YSK kararıyla, ikinci parti olan Cumhuriyet Halk Partisinin adayı Rahmetli Fehim Keskin göreve getirilmişti.

1964/1968 yılları. Yerel seçimler dört yılda bir yapılıyordu. (1967’de yapılması gerekirken 2 Haziran 1968’e ertelenmesidir. Seçim kampanyalarında genelde sağ-sol ayrımı, özelde ise irtica ve komünizm tartışması egemen temalar olmuştur. Seçimlere 8 parti katılmıştır. AP, CHP, CKMP, MP, TİP, YTP, BP (Birlik Partisi) , GP (Güven Partisi). 68 seçimleri sonucunda AP oy oranını yükseltmiş buna karşın CHP oylarında önemli ölçüde bir düşüş yaşanmıştır.)
1964 yılının Kasım ayında, sağlık ocağının sağında bulunan Rahmetli İsmail Güral’ın evinin altındaki dükkânda, Çeşmeli ustam Terzi Erdoğan Erman’ın yanında terzi çıraklığına başladım. Ustam, tatlı-sert ve ağzı çok güzel laf yapan biriydi aynı zamanda da işinin ehliydi. Dükkâna çok sık gelen rahmetli Lütfü Koparal, ustamın asker arkadaşıydı. Boylu poslu ve çok yakışıklı bir delikanlıydı. Askerliğini asteğmen olarak yapmış. Arada ustamla dalga geçerdi. “Ben dükkândan içeri girince ayağa kalkman lazım. Dua et, ben sana askerde dayak atmadım.” derdi. Ustam Erdoğan Erman, elinde ceket kumaşı iş yaparken ipliği kumaşa batırıp çok seri çalışırdı. “Hadi koçum çalış da seni Adalet Partisinden Belediye Başkanı yapalım!” diyerek espri yapardı veya kendisini belediye başkanlığına hazırlıyordu, kim bilir?

SİYASİ YAŞAMIM (1)

Yıl 1960, henüz sekiz yaşımdayım, annem bir gün evde otururken “Eyvah! İhtilal oldu.” dedi. Ben anneme bakarak, “Ne ihtilali?” dedim. Annem askerlerin zorla hükümeti devirdiğini anlatmaya çalıştı, zannettim ki ülke yıkıldı. Çocuktum, daha hiçbir şey bilmiyordum. Jandarma karakolu evimizin karşısındaydı, askeri araçlar jandarma karakolunun önünde sıralanmışlar, içinden askerler iniyorlardı. Başlarında rütbeli subaylar, askerlere emir veriyorlardı. Ben evimizin taraçasından (açık balkon) onları izliyordum. Evimizde radyo yoktu. Karşı komşumuz Kunduracı Ahmet Özcan’ın evinde radyo vardı ve yüksek sesle askeri marşlar çalınıyor, sokağa çıkma yasağı açıklanıyordu. Ben annemin yanında saklanıyor ve başımıza ne gelecek diye bekliyordum.

Ertesi gün dayımlar geldiler evimize, Adnan Menderes’ten bahsediyorlardı. “Adama yazık oldu.” gibi sözler söylüyorlardı. Annem sadece dinliyordu kardeşlerini. Arada bir bana doğru da bakıyordu. Meğer Adnan Menderes ülkemizin başbakanı olduğundan ve devleti güzel yönetemediğinden, ordu onu Yassıada’ya göndermişti.
Dayılarım sonraki gecelerde radyodan Yassıada mahkemelerini dinlediklerini hatırlıyorum.
Birkaç hafta sonra sokağa çıkmıştım. Eski Elektrik Santrali önünde mahalle komşularımız toplanmışlar, sohbet ediyorlardı, ben de onların aralarına katıldım, Rahmetli Kunduracı Ahmet Özcan’ın ortanca oğlu Yavuz, küçük oğlu Yılmaz, Rahmetli Rahmi Güner’in oğlu Gürcan, ben de aralarında onları dinliyordum. Yavuz ile kardeşi, İsmet İnönü’yü methediyordu; Gürcan Güner ise Adnan Menderes’i savunuyordu. Ben sadece dinliyordum. Bir ara Yılmaz yanında gazeteden kesilmiş Adnan Menderes’in fotoğrafını çıkardı ve fotoğrafı yırtmaya başladı. Gürcan, birden “Neden yırtıyorsun başbakanımızın resmini?” diyerek Yılmazın üzerine saldırdı ve boğazına sıktı. Ağabeyi Yavuz da kardeşini kurtarmak için Gürcan’ın ellerinden tutarak ayırmaya çalıştı. 15 metre ilerideki karakoldan jandarmalar yanımıza geldi. Dördümüzü de önlerine katarak karakola götürdüler. Karakol komutanı bizi kendi odasına alarak bizi tek sıra dizdi ve bizlere biraz nasihat çekti.

Karakol komutanın odası yol üzeride olduğunda ben annemin sesini duyuyordum; ama cevap veremiyordum. Komşu çocuklardan birisi, “Ömer kavga etti, karakola aldılar.” demiş ve annem tabi haliyle ne yaptığımı merak edip karakolun kapısına kadar gelmişti. Karakol komutanı bizlere, “Herkes birbirine sarılsın bakalım!” diyerek bizi barıştırıyordu. “Şimdi, hep beraber birlikte ben ne söylersem siz de aynısını söyleyeceksiniz.” dedi. Karakol Komutanı, “Yaşasın Türk ordusu!”, biz dördümüz birden “Yaşasın Türk ordusu!” Komutan, “Yaşasın Atatürk!” biz, “Yaşasın Atatürk!” Komutan, “Yaşasın İsmet İnönü!” biz, “Yaşasın İsmet İnönü!” Komutan, “Yaşasın Cemal Gürsel!” biz, “Yaşasın Cemal Gürsel!” Son olarak da “Hadi bakalım şimdi bir kez daha sarılın!” biz tekrar sarıldık.

Komutan masasının üzerinde olan karamela şekerlerinden bize birer tane ikram etti. Benim ağzımda sakız olduğundan karamela şekeriyle karışınca ben karamela şekeri ve sakızı çiğniyor gibiydim ama bir türlü yutamıyordum. Karakol komutanı, “Sen neden yutmuyorsun şekerini?” deyince, korkudan şekerli sakızı birden yuttum ve az kalsın boğulacaktım. Karakol komutanı, “Hadi bakalım evlerinize.” diyerek başımızı okşadı ve bizi gönderdi. Biz dört arkadaş birlikte karakolun kapısından dışarıya çıktık.

Baktım annem beni kapının önünde bekliyordu. “Neler yaptın bakayım, bu yaşta seni karakollardan mı alacağım!” diye söylene söylene eve götürdü ve içeri girer girmez ayaklarındaki takunyayı çıkarıp topuk tarafıyla popoma iki tane vurdu. O acıyla “Anne, çeşmeden su içmek istiyorum.” Dedim ve eğildim cümle kapımızın dibindeki çeşmeye ağzımı dayadım, akan sudan kana kana içtim. Ardından boğazımın kuruluğu ve ağrısı geçti. Yaşadığım olayı anneme tek tek anlattım. 

Bir ay boyunca, karakolun önünden geçerken, tekrar jandarmalar çağırmasın diye, başımı ters yöne çevirirdim.

YAŞANMIŞ ANILAR!

YAŞANMIŞ ANILAR!  Bir köy çocuğu olarak geldim dünyaya. Bir yılkı atı kıvamında büyüdük yetiştik, türlü badireleri geçerek. Bu zamana gelinc...