YILLAR ÖTESİNE YOLCULUK!

Sizinle yıllar ötesine bir yolculuğa çıkalım istedim. Belki bir öykü, belki de hayat. İnsan kalıplara bölündükçe ve hayatla tekme tokat dövüldükçe anlıyor geçen günlerin ne kadar savruk ve acımasız olduğunu. Canı acıyınca, ya da yaşama acıkınca anlıyor hayat denilen hengâmenin ne çelişkili bir yolculuk olduğunu. Bu yüzden ara ara geriye dönüp bir ah çekiyor ve hayal de olsa hüzünlü olduğu anlarımızda özlemini giderdiği anılarının ne çok paha biçilemez bir değer olduğunun farkına varıyor insan.

O doyumsuz yolculukların insanı saran karelerinden söz etmek istiyorum bu ay köşemde sizlere. Amacım aynı yolculuğun koltuklarında sizi de ağırlamak, sizleri de yıllar ötesine taşıyıp mutlulukla kucaklaştırmak. Her insanın yaşamı inişli, çıkışlıdır. Bir yaşamın sancılarıyla olgunlaşıp, sonra da gülüşlerini ve ağlayışlarını kimselere göstermeyen bir yaratıktır insan. Çünkü yüreğindeki onur meşalesi sadece yaşam yolunu aydınlatıyor ve yaşadıklarını bencil bir edayla yaşayarak şu hızla akıp geçen zamanda kimselerle paylaşmak istemiyor. Biz öyle yapmayalım istedim, niyetim sizleri kimi zaman düşündürüp, kimi zaman anılarla bir menzilde buluşturup mutlu olmanızı sağlamak. Kimi çocukluğunuza, genç kızlığınıza, ya da delikanlılığınıza,  askere gittiğiniz, evlendiğiniz, ilk çocuğunuza sarıldığınız, aşık olduğunuz, ya da o karelerin hangi karelerinde olmak istiyorsanız tercih ettiğiniz bir bölümde hayatı konuşalım istedim.Hayatı ilk tanıdığım anlardı sinemayla yaşamı olgunlaştırdığım dönem. “Sinemacı Tahsin, arabasının kasasına sinema afişini yerleştirip, eline de megafonunu alarak sokak sokak, mahalle mahalle bağıran bir adamdı”. O yıllar Yılmaz Güney, Fikret Hakan, Ayhan Işık, Ahmet Mekin, ,Yılmaz Köksal, Ekrem Bora, Erol Taş ve daha birçokları oynardı beyaz perdede. İmkânsız aşklarını, kötü adamlarla olan savaşlarını, zengin babayla dalaşlarını ve o mutlu, çoğu zaman da kötü biten sonları izlerdik. Harika bir fon müziğiyle bizi perdeye çağırırdı sinema. O vazgeçilmez anların tek sığınağıydı sinemalar. Sessiz bir koşuşturmacaydı. Sıraya girip bilet alışımız, kapıdaki görevliye aldığımız biletlerimizi uzatıp yırtarak içeriye alınışımız. Karanlık bir mahzende el yordamıyla ilerleyerek oturanlardan yardım alışımız. Gözlerimiz karanlığa alışmadan bir sahneyi kaçırmak istemeyişimiz, Yaşarce’nin fırından yeni çıkarmış olduğu mis gibi çekirdek, fıstıkları,  Gazozcu Muhtar Hamdi’nin evinin altında ürettiği Hamdi kola gazozu içerken lakırtıları duyuşumuz ve sonra bir tahta sandalyeye oturuşumuz. Ne çok severmişiz sinemayı, film ara verince sinema salonunun duvarlarında ki gelecek programı asılı olan film afişlerin isimleri  ‘Kan Su Gibi Akacak’, ‘Çakırcalı MehmetO dönemin son versiyonlarıydı seçtiğim film isimleri. Yüzlercesi, binlercesi akıp geçti perdeden, bir sevgili omzunda, terli bir avuç içinde, belki de aşk umduğumuz bir anın yelesinde. Son Efe’, , defalarca izlediğimiz ‘Boş Beşik’, ‘Ben Bir Kanun Kaçağıyım’, ‘İpini Boynunda Bil’ ‘Mezarını Kaz Beni Bekle’, ‘Günahını Kanlarıyla Ödeyenler’, ‘Ölümünü Kendin Seç’ ‘Vurguncular’… değildi filmin son karesine yerleştirilen aslında, hep yeni bir başlangıcın kıymığı gibi yanan ışıklarla birlikte başka bir versiyonuyla umut ettik, aynı koltuklara tekrar geldiğimizde bizleri başka düşlerle buluşturan, başka kötü adamlarla didiştiren ve başka başka kahramanlarla birleştiren. Hep aynı karakterleri sevdik, hep aynı karakterlerle dertleştik ve onların yerine geçerek bu hayatı sevdik.O yıllardan gençliğe uzanışımızın da garip bir öyküsüydü sonraki süreç. 70’li yılların sonrasında, yani o zor ve çelişkili döneme geçiş anlarımızda sinema sektörü perde rengini kullanarak, biraz da amacından taşarak ruhumuzu farklı bir objeyle okşamaya başladı. Değişen zaman kültürü mü desek, yoksa gelişen çağ diktasına mı yüklensek? Sinemaya bir haller oldu. Gençliğimizin kıpırtılarıyla ve bize sunulan hayat dezavantajlarıyla isimleri değişti önce filmlerin, sonra da biçimleri. Kahramanları üzerindeki giysileri çıkardılar, ruh açlığımızı doyurma yolunda yeni rollerine soyundular. Bir filme 3–4 kez gidiyorduk artık, uzun kuyruklar oluşturduğumuz o gişelerin önünde alev alev yanan bedenimizin açlığını doyurmak için başka bir şey düşünemiyorduk.Perdelerdeki o çıplak furyada isimler de bir garipti. ‘Fırçana Bayıldım Boyacı’, ‘İsmet Bu Ne Kısmet’, , ‘Kokla Beni Melahat’, , ‘İşte Kapı, İşte Sapı’,  ‘Yumurtanın Sarısı’, ‘Kokla Ama Kopartma’, ‘Çikolata Tarlası’ ve ‘İsmet Bu Ne Kısmet’ vs. O ruh açlığımızı doyurduğumuz, dışarıdaki kavgalardan, sağ-sol tartışmalarından uzak durduğumuz, ya da o salonlara bir şekilde tıkıldığımız günlerdi o yıllar. Doyumsuz aşkların onulmaz öyküleriydi belki de kaçtığımız. Bir sevgilinin bakışıydı öldüğümüz, kalp titreşimlerini en uç seviyelere yükselttiğimiz, bakışlarında öldüğümüz, bir sarılışında kendimizden geçtiğimiz ne kutsal günlerdi.Sonra büyüdük, serpildik ve geliştik. Hayatımızın her anına yaşadığımız kadar yerleşen, duyumsadığımız ölçüde lezzetlenen bir yol haritası şimdi yaşam duvarımızdaki. O çivilediğimiz yerde bize gülümseyen, yıllar ötesine geçmek istediğimizde olmaz demeyen bir düşünüşün ruleti gibi hayat, ne yöne çevirdiğimizden çok, hangi yöne çevireceğimiz önemli. Yıllar ötesine geçmek istiyorsanız ve oradan bir kucak mutluluk alıp dönmek istiyorsanız sizler de bunu yapmaktan çekinmeyin ve yaptığınız yolculukta asla yalnız olduğunuzu sanmayın…

Kalın sağlıcakla.

27/05/2013 Yılında Alaçatım gazetesinde yazılmış köşe yazım

HOŞ GELDİN 2022

Eskiden yeni yıla girerken büyük aileler bir araya gelir, yılbaşını evde kutlarlardı. Sevinç içinde herkes bir birine sarılır yeni yılda güzel şeyler olsun diye umutlarını yüksek tutarlardı. Yılbaşı sonrası herkes işine morali yüksek giderdi. Resmi Bayramlar, dini bayramlar gelmeden öne hazırlıklar yapılır, her hanede hummalı bir çalışma ve bayram hazırlıkları yapılırdı. Yılbaşı öncesinden evinde tavuk, horoz besleyenler bir hafta önceden belirlenirdi. Hani hep deriz ya, "Nerede o eski günler?" Soru temelli bir cümle olsa da, aşırı özlem barındırır bünyesinde. Kimi zaman o "Nerede" kelimesi öyle derin bir iç çekiş ve öylesine uzatılarak söylenir ki, ağızdan çıkarken yakar neredeyse söyleyeni. Günümüzde çok şey değişti, daha rahat bir hayat sürüyoruz. Konforlu evlerde, konforlu eşyalara sahibiz. Ailelerimiz küçüldü. Çekirdek ailelerle, çekirdek yalnızlıklar yaşıyoruz hanelerimizde.

Eskiden kahve falında "hanene ay doğuyor" derdi komşu teyze. Şimdilerde hanelerimize “yalnızlık” doğuyor her gece! Herkes kendi yalnızlığında duygularını kendi içinde yaşıyor. Paylaşım azaldı, bağ zayıfladı. Olduğumuz yerle olmak istediğimiz yerler hep farklı. Sahip olduğuyla yetinmiyor artık hiç kimse. Hep daha fazlasını isterken ve bunun için çaba sarf ederken ömrün tükendiğinin farkında değiliz çoğumuz. Buralara biz nasıl geldik? Son yıllarda yarınımızı düşünemez olduk. Hele şu 2022 yılı ülkemize hoş geldin diyemeden daha hükümetimizin açıklamış olduğu zamlar halkımıza tam bir şok yaşattı. Alkole, benzine, sigaraya, elektriğe yılbaşı gecesi televizyonda Ata Demirer bile izleyenleri gülümsetemedi. Memura, işçiye, emekliye verilen zamlar hepsi elinden alınmış oldu. Kimse sevinemedi. Sevinçleri kursağında kaldı. Yine kara kara düşünmeye başladı yurdum insanı. Sigara ve alkol sağlığa zararlı. Bunu biliyorum içilmemesi lazım ama bir vatandaş morali bozulduğunda, yada keyiflendiğinde bir tane sigarayı tellendirdiğinde yada dostunla karşılıklı oturup bir duble rakısını içemez hale geldi. Hele bir meyhaneye gidip iki sohbet etme lüksü kalmadı. Ben 2022 yılının gelmesini sevmedim! Ben 2023 yılını bekliyorum daha güzel bir yıl olacağına inanıyorum. 2023 yılının memleketime huzur ve bereket getirmesi dileklerimle…

 Hoşça kalın.

 

  

YAŞANMIŞ ANILAR!

YAŞANMIŞ ANILAR!  Bir köy çocuğu olarak geldim dünyaya. Bir yılkı atı kıvamında büyüdük yetiştik, türlü badireleri geçerek. Bu zamana gelinc...