ANILARLA YAŞAMAK
Hayatımızda, bazen bu dünya ile bağlantımızı bir süreliğine de olsa kesip, çekiliriz kuytu birköşeye, sonra düşüncelere dalarız farkında olmadan... Geçmişten kopup gelen anılar canlanır
gözümüzde bir an. Ya eski bir arkadaş ya da yaşayıp yaşamadığımızı bile kestiremediğimiz bir
an gelir aklımıza. Şaşırırız, bir an bu da nerden çıktı şimdi deriz. Ekim ayının ilk yarısıydı gece
bir ara uykum kaçtı. Yataktan kalkıp evimin bahçesindeki balkona çıkıp, masanın yanındaki
sandalyeme oturup dinlenirken, geçmiş zamanın birinde yaşadığım ve aklımızın bir köşesinde
belki yıllarca sakladığımız ve sonra bir anda pat diye gözümüzün önünden bir film şeridi gibi
geçen anılar vardır ya. Ben de arada bir karşılaşırım o güzel anılara.
O gece uzun uzun düşüncelere dalmışken ben gecenin bir yarısında, öyle bir anım geldi birden
aklıma....Şaşırdım!...Nerden çıktı şimdi bu diye... Çünkü, çok uzun yıllar önce yaşamıştım,
şimdi hafızamda canlanan bu anıyı ben...
Ekim ayının bir gece yarısında, bilmem nedendir yıldızlar ve sıcacık yaz geceleri geldi aklıma.
Bir de cırcır böcekleri Gecenin zifiri karanlığında, o güzel şarkılarını söyleyen cırcır böcekleri.
Son zamanlarda yıldızlara bakarken, cırcır böcekleri gelir oldu aklıma.
Ve sonra çırçır böceklerinin sesleri geldi bir an kulağıma... Şimdi ise; sokak lambalarının
aydınlattığı, ağaçların gölgelerinin canlı yaratıklar gibi oynaştığı Alaçatı Şehitler Caddesi
yolunda yürüyordum yavaşça... Gecenin karanlığında oynaşan dut ağaçların yaprakları
gölgeleri beni biraz ürkütüyor, ama çırçır böceklerinin sesleriyle, tatlı tatlı esen rüzgârın tenimi
okşaması ruhumu huzurla kaplıyordu galiba...
Doğada her şey o kadar devasa ve gizemli geliyordu ki bulunduğum bu anda bana... Kendimi
küçücük ve savunmasız hissediyordum; geçmişten gelerek, gözümde canlanan bu zaman
parçasında. Anlıyordum ki şimdi; çocukluğum beni ziyarete gelmişti galiba!
Sonra devam ediyordum yürümeye bana uzun gözüken bu yolda... Ama tek başıma, sokak
lambalarının aydınlattığı bu karanlık yolda. O an benim için dünya o kadar gizemli, olağanüstü
ve eğlenceli geliyordu ki; bu duygularla etrafa gülücükler dağıtıyordum, geçmiş zamanın bu
ufacık parçasında... Çılgınlıklar yapıyor, durmadan koşuyor, belki de biraz yaramaz bir çocuk
oluyordum ben o anlarda... Dünya hiç mi hiç umurumda değildi? Kafama takacağım ne bir
derdim, ne de bir sorumluluğum vardı hayatımda... Çünkü ben, ufak bir çocuktum bu zamanda.
Dünyayı keşfe çıkmış, elindeki elma şekerinden ağzı burnu kıpkırmızı olmuş, yollarda seke
seke koşan bir deli çocuk. Bulutları gri, ağaçları yemyeşil, denizi belki de turuncu olan, Küçük
Prens hikâyesi gibi kendimi onunla birlikte ormanın derinliklerinde kaybolmuş hayal eden bir
yoldaş, saf ve temiz bir dünyası olan küçük bir çocuk.
Ah! Ne güzelmiş o zaman hayat. Keşke hep çocuk kalsaydım, demeyip sanki çok muhteşem
bir şeymiş gibi büyümeyi istiyordum o zamanda. Sonra, bir anda etrafı bir hüzün kapladı ben
ne olduğunu anlayamadan... Ve yanaklarımdan süzülen iki damla yaşla kendime geldim
aniden... Cırcır böceklerim gözükmüyorlardı. Ben yine eski bendim. Ve hasretin nefesinin ona
eşlik ettiği, havada her zamanki gibi hüznün kokusu vardı etrafa buram buram yayılan...
Keşke diyordum, bir mucize olsa da çocukluğuma dönsem yine ben. Küçük Prens de keşke
yanımda olsa. Yine tüm çocukluk arkadaşlarımla ve sevdiklerimle oyun oynasam.
Ama artık ve biliyorum ki; geçip giden günler ve yitirdiklerimiz geri gelmeyecek asla