NEREDE O ESKİ RAMAZANLAR...


Nerede o eski ramazanlar çocuktum annem oruç tutmamı yasaklardı. Sen daha küçüksün sana oruç tutmak vacip değil derdi. “Bende anneme anne ne olur beni de sahura kaldır olur mu? Bak kaldırmazsan küserim sonra”… Her seferinde yalvar yakar olurdum anneme. Saatlerce dil döker “Tamam kaldıracağım” sözünü aldıktan sonra, bir an önce uyumaya bakardım. Bir an önce uyumalıyım ki, sahurda kolaylıkla kalkabileyim…
Kimi zaman annemin uyandırmasına bile gerek kalmaz, davulun sesini duyar duymaz yataktan fırlayıp, soluğu pencere kenarında alırdım. Yüzümü cama dayar – ne dayaması adeta camla bütünleşir- biraz korku, biraz da sevinç karışımı bir duyguyla davulcu Süleyman Zurnacı abinin her hareketini soluksuz izlerdim. Korkardım: Çünkü gecenin zifiri karanlığında, el fenerinin cılız ışığı öylesine oyunlar oynardı ki, davulcu ve yamağı karşı evin duvarına yansıyan gölgeleriyle “Gulyabani” gibi üzerime üzerime gelirlerdi. Sevinirdim: Çünkü her gece ayrı bir mani yakılırdı. Bakalım bu gece neler söyleyecek diye sabırsızlıkla beklerdim. Aynı sabırsızlığı o da gösterirdi. Özellikle de ışığımızın yanmadığı ve bahşişin geciktiği zamanlarda… İşte o zaman davulun tokmağına daha bir asılır, gecenin sessizliğini daha bir yırtardı hiç sıtma görmemiş sesiyle:
“Üzümüm var ezilecek
Tülbentlerden süzülecek
Çok bekletme Ahmet Ağbi
Çok yerim var gezilecek…”…. Güm be de güm güm… Güm be de güm güm…
Bahşişini alır ve karanlığın içinde, geldiği gibi kaybolup giderdi ardında ateş böceği misali bir bir yanan evlerin ışığını bırakarak…
Asıl cümbüş ondan sonra başlardı. Bir telaş bir telaş ki sormayın… Önce ocağa çay suyu konulur, sonra akşamdan hazırlanan yemekler ısıtılıp dizilirdi yer sofrasına. Mutlaka ama mutlaka Singer marka radyomuz açılır, şarkılar, türküler eşliğinde yenirdi yemekler… Bol bol da çay içilirdi yemek sonrasında. “Çok çay içelim ki akşama kadar susuzluk çekmeyelim!.” derdi babam… Sahur sofralarının keyfine doyamazdım. Gözümden uyku aksa da, o sofrada bulunmanın, ailemle birlikte o heyecanı, o coşkuyu yaşamış olmanın keyfini hiçbir şeye değişmezdim.
Ağabeyime, ablama oruç yasağı yoktu ama bana vardı. “ben de oruç tutmak istiyorum!.” dediğimde, “Olmaz sen daha küçüksün, dayanamazsın!” cevabını alırdım. Ama ben yine de gizlice tutardım. Tutardım da, o gün öğleni zor ederdim. Neyse ki çocukların “Tekne orucu” tutma gibi bir hakları vardı. Ne demekse!. Öğlene kadar bir şey yeme, öğlen ye. Öğleden sonra yine bir şey yeme, iftarda yeniden ye. yine büyüklerin engin hoşgörüsünün bir yansıması olsa gerek bu Tekne Orucu… zaten çocuklar ne yaparlarsa yapsınlar affedilmeye layık değiller midir?.
Benim için ramazan günlerinin vazgeçilmezlerinden biri de gece eğlenceleriydi.
Yaz aylarına denk gelen Ramazan ayı Ilıcalara cambazlar gelirdi. Yaykın meydanına kurulan Cambaz, çadırlarına iftardan sonra gösteriye izlemeye giderdik. Ramazan boyunca hemen her iftardan sonra ailemle Cambaz’ın gösterilerini izlemeye giderdik. İpin üzerinde yürürken bize korkulu anlar yaşatan palyaço boncuk’u, şapkasından tavşan çıkaran sihirbazı, allı-pullu giysiler içinde kantolar söyleyen çadır şarkıcısını hiç ama hiç unutamam. ve hâlâ yankılanır durur kulağımda o günden bugüne…
Bu yıl Ramazan bir başka yaşanacak. Yüzyılda bir yaşanan ve tüm Dünyayı saran “Corona virüsü” nedeniyle evlerimizden çıkamayacağız. Teravi namazlarımızı evimizde kılacağız Ramazan  Davulu çıkacak ama davulcuya bahşişimizi veremiyecegiz virüs bulaşmasın diye.fiziksel yakınlaşamamak yüzünden.Bu kötü günlerimizi inşallah kısa bir zaman diliminde atlatırız düşüncesiyle Ramazan’ı şerifimiz İslam alemine ve ülkemize sağlıklar getirmesi  dileklerimle.
Kalın sağlıcakla…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

YAŞANMIŞ ANILAR!

YAŞANMIŞ ANILAR!  Bir köy çocuğu olarak geldim dünyaya. Bir yılkı atı kıvamında büyüdük yetiştik, türlü badireleri geçerek. Bu zamana gelinc...