YOLCULUK HAYALLERİ!

Evinizde veya herhangi bir yerde oturuyorsunuz, birden bir an gelir ki yolculuk duygusu kaplar içinizi. İşte tam o anlarda kalkmak isteyip de çoğu zaman zoraki oturursun bir yerde. Bir şeylerin üstüne, beklersin ruhundaki titreyişlerin, sarsıntıların bitmesini. İki elini koltuk altlarına sıkıştırıp, yüzlerce sebep üretirsin bu yolculuğa çıkmamak için, yorgunluğunu, ağrılarından birkaçını, can sıkıntılarını işini bahane edersin, ama gene de bastıramazsın o gitme duygusunu.
Aslında “her gidiş kıvrılıştır, gidişten az sonra geriye” bunu bildiğin hâlde basarsın arabanızın yumuşak gaz pedalına, düşersin yolların kıvrımlarına, ama hep düşüncelerin terk ettiğin yerdedir, hep düşlediğin bırakıp gittiğin yerdedir aslında sıkıntılarınla nefes aldığın yerler, çay içtiğin deniz kenarındaki o tahtadan sandalyeler ve arkada bıraktığın yaşam boyu anılar...
Aslında düşmüşsündür yolların kıvrımlarına, güneşin batışına şehrinin en uç kısmına ve de en ıssız yamaçlarına, dağlara bakarsın, bayırlara ve o bayırlardaki çiçeklere bakarsın. Arada bir öten kuşun sesi seni alır götürür uzak zamanların en nadir sandığın bir zamanına... İşte tam o anda mutlu olduğun günlerde gülümsemeni hatırlarsın, yine dudakların salınır, kısık ve iç burkan bir gülümsemeye, yine hazin ve kırık anlardan bir anın yaşamına girer ansızın garip bir yalnızlık saniyelerin gongu vurulur sanki kulak diplerine. Renkler uçuşur gözlerinde, içindeki burukluk peydahlanan öfkeni bastırır ve kıvrılırsın acının girintilerine…
Her giden gibi arkada tüm izleri dururken o sadece gitmenin rüzgârı ile salınmış gitmiştir ve sen gitmişsindir tüm yaşananlara inat, bir yerlerden gelen ansızın bir koku, bir ses, bir davranış veya bir simit kokusu, bir çay bardağından fırlayan renk ve koku. Ve yine kaçışının faydasının olmadığını gördüğünde, kendi kendine kızarsın ama hiçbir zaman kendini suçlayamazsın, çünkü kendi delillerin kendine yabancıdır… İşte bu anlarda hiç beklemediğin bir kokunun etkisi altına girdiğinde kendi yaşam pişmanlıkları ile haykıramadan sahip olduğun gözyaşlarından bunalırsın…
 Nerelerdeyim, nerelere gitmem gerekti? Bu sinsi bir kaçıştı aslında kendi kendimden, güneşin battığı yönde hep gözlerim, çok eskilere dayanır bu yol istikameti, durmayasıya gün batımına giderse insan, bu yollarda sadece denizle biter yolculuk ve o deniz suyu ile kumluğun çizgisel birleştiği yerde hep mavi bir koyulukla ufuk çizgisinde debelenir durur kumda ayakların ve çıplak ayakların suya bastığı yerde yeniden doğuşa çıkardı sevinçlerin, çünkü gülüşlerine uzandığın vardır en çok sevdiğin sesin yanındasındır… 
Şimdilerde ise sadece bir hayal, düşünceler vardır bu yolculukta. Geçmişten kalan ayak izlerini ararcasına; bastıkça kumların açık griliğine, tabanlarının ökçelerinin bıraktığı çukurluklara dalar gözlerin. Arkaya bakarsan eğer, kaç kez aynı sahilin kumunda bıraktığımız izleri tekrar görmek için gittiğimizde, oralarda bıraktığımız izlere baktıkça sanki sahiplenme duygusuyla o kumsaldaki kumları avuçlardık ki, şimdi yine avuçlarımı kuma sürttükçe garip bir öksüzleşme ile karşı karşıya idim…
Bir koşu alanında gibi olduğunu hissettiğin zamanlar vardır. Bir de kuşkanadı takmış gibi yüreğinin güp güp oynadığı anlar vardır. Bazen de sırtına bir çuval kurşun yüklemiş gibi ağırlaşmış hissedersin kendini, çoğu zaman da içinde bir yerlerde yangınlar oluşur. Titremelerle, fırtınalara karşı gelmiş gibi serilirsin yatağa sırt üstü. İşte sevgiden gelen darbeler çoğu zaman insanı böylesine serer yere ve sırt üstü düşürür hayatın girdaplarına karamsar düşlerle...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

YAŞANMIŞ ANILAR!

YAŞANMIŞ ANILAR!  Bir köy çocuğu olarak geldim dünyaya. Bir yılkı atı kıvamında büyüdük yetiştik, türlü badireleri geçerek. Bu zamana gelinc...