Aman
oğlumu-kızımı okutayım, evlendireyim; aman şu işimi de bitirsem, ev alsam, aman
bir de araba alsam… derken hiç bitmeyen sonsuz arzu ve isteklerle farkında
olmuyorsun yaşamın ve yaşadıklarının. Oysa hiçbir şey yapamadan, yaşayamadan geçen
o genç ve güzel günlerimizi farkındalıkla yaşayamamak düşüyor bize sadece. “Eyvah!”
diyorsun, “Bilerek geçen ömrümüzde tam anlamıyla yaşamak, daha anlamlı
yaşanılır mıydı acaba?” diyorsun. Kendin için hiçbir şey yapmadan, yapamadan
yolun yarısını geçmiş oluyorsun. Harçanmış, gitmiş ömür. Yolun sonu
görünüveriyor sanki.
Bazen de “Aman, ne dert
ediyorsun üç günlük dünyada? Vur patlasın çal oynasın. Yaşa gitsin!” diyorsun;
ama onu da beceremiyoruz. Diyelim ki becerdin fakat uygulayamıyorsun. Bazen, “Ha
geldik ha gidiyoruz, bugün Allah için veya insanlık için ne yaptın?” diye
soruyorum kendi kendime. Yapmak isteyip de yapamadıklarım geliyor aklıma yine,
nafile. Oysa ne huzurlar var
hissedemediğimiz ne mutluluklar var yaşayamadığımız, ne güzellikler var farkında
olmadığımız, ne imkânlar var tanımak bile istemediğimiz dünyamızda ve de içimizde.
Mesela; “Huzur”. Ne güzel bir kelimedir, huzur. Hayatımda en sevdiğim şey,
huzur ve sevgi. Allah bunlardan mahrum etmesin hiç kimseyi. Sevdiğin birisine, “Merhaba!”
demek ya da birinin senin hatırını sorması, bir çocuğun başını okşamak, bir
ağaç dikmek, bir çiçeğe su vermek, pencere önünde ve balkonlarımızdaki küçücük
saksısında bizlere gösterdiği güzelliğini, rengini, çiçeğin kokusunu hissetmek
ne kadar güzeldir.
Doğadaki bin bir çeşit çiçeğin,
kuşların, ağaçların, Güneş, Ay, yağmur, deniz, hava, vb Tanrı’nın bize
bahşettiği her şey ne kadar da huzur verir yaşamamız için. Ama biz bunların
çoğu zaman farkında bile değiliz.
Mutluğumuzu, sevincimizi
paylaşacak bir dost bulmak, iyi bir dost bulmak… Paylaşmak varken neden kavgalar,
kırgınlıklar; küskünlükler neden? Mutlu olduğumuzda sevinmenin, mutsuz
olduğumuzda ağlamanın, hasta olduğumuzda sağlıklı geçen günlerimizin, kıymetini
bilmeyip har vurup harman gibi savurduğumuz sermayelerimizi, emeklerimizi,
huzurumuzu saymakla bitmeyen değerlerimizi ancak ve ancak elimizden uçup gittiklerinde
anlıyoruz.
Bir ilkbahar sabahında, güneşli
bir havada, huzur içinde, kuş sesleri ile uyanmak hayatımda tadına doyamadığım,
hiç bitmese dediğim yaşam sevgimdir. İyi bir arkadaşla, dostla bir akşam yemeği
yedikten sonra aile içinde yapılan o tarifsiz güzel sohbetlerimiz ne kadar
anlam katıyor yaşamımıza.
Dağlara çıktığında o buram buram kokan çam ve çiçek kokuları, o içimize çektiğimiz derin oksijen, ansızın yağan yağmurdan sonra kokan toprak kokusu… Güneşin ısısıyla beraber kumsalda kumla ve suyla buluşmak ne güzel huzur verir insana. Soğuk, karlı ve buzlu bir havada kumla suyla aynı zevki tadabilir misin acaba?
Dağlara çıktığında o buram buram kokan çam ve çiçek kokuları, o içimize çektiğimiz derin oksijen, ansızın yağan yağmurdan sonra kokan toprak kokusu… Güneşin ısısıyla beraber kumsalda kumla ve suyla buluşmak ne güzel huzur verir insana. Soğuk, karlı ve buzlu bir havada kumla suyla aynı zevki tadabilir misin acaba?
Velhasıl, Yaşamı kendimiz
kolaylaştırıp kendimiz zorlaştırıyoruz. İnsanoğlu beynine ne gönderirse onu
yaşıyor ve yaşatıyor. Negatif veya pozitif. Dilediğimiz gibi yaşamak ve
yaşatmak arzusuyla!
Kalın sağlıcakla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.