DİLEDİĞİN GİBİ YAŞAMAK!

Sabah kalktığında, güne başlarken, yaşamak bazen çok güzel; bazen de çekilmez oluyor. Ne yapmak lazım? İkisinin ortasında kalıyor insan. Sonra biraz düşünüyorsun “Ne yapsam?” diye. Bazen çok çaresiz kalıyorsun ve bir çıkış yol arıyorsun. “Kahretsin!” diyorsun, karamsarlık diz boyu oluyor. Sonra şu, bu derken bir bakmışsın akşam oluvermiş. Karanlık basıyor, yastığa başını koyunca, biraz günün yorgunluğuyla, şekerleme ve ardından gel-gitler başlıyor yine.
 Aman oğlumu-kızımı okutayım, evlendireyim; aman şu işimi de bitirsem, ev alsam, aman bir de araba alsam… derken hiç bitmeyen sonsuz arzu ve isteklerle farkında olmuyorsun yaşamın ve yaşadıklarının. Oysa hiçbir şey yapamadan, yaşayamadan geçen o genç ve güzel günlerimizi farkındalıkla yaşayamamak düşüyor bize sadece. “Eyvah!” diyorsun, “Bilerek geçen ömrümüzde tam anlamıyla yaşamak, daha anlamlı yaşanılır mıydı acaba?” diyorsun. Kendin için hiçbir şey yapmadan, yapamadan yolun yarısını geçmiş oluyorsun. Harçanmış, gitmiş ömür. Yolun sonu görünüveriyor sanki.
Bazen de “Aman, ne dert ediyorsun üç günlük dünyada? Vur patlasın çal oynasın. Yaşa gitsin!” diyorsun; ama onu da beceremiyoruz. Diyelim ki becerdin fakat uygulayamıyorsun. Bazen, “Ha geldik ha gidiyoruz, bugün Allah için veya insanlık için ne yaptın?” diye soruyorum kendi kendime. Yapmak isteyip de yapamadıklarım geliyor aklıma yine, nafile. Oysa ne huzurlar var hissedemediğimiz ne mutluluklar var yaşayamadığımız, ne güzellikler var farkında olmadığımız, ne imkânlar var tanımak bile istemediğimiz dünyamızda ve de içimizde. Mesela; “Huzur”. Ne güzel bir kelimedir, huzur. Hayatımda en sevdiğim şey, huzur ve sevgi. Allah bunlardan mahrum etmesin hiç kimseyi. Sevdiğin birisine, “Merhaba!” demek ya da birinin senin hatırını sorması, bir çocuğun başını okşamak, bir ağaç dikmek, bir çiçeğe su vermek, pencere önünde ve balkonlarımızdaki küçücük saksısında bizlere gösterdiği güzelliğini, rengini, çiçeğin kokusunu hissetmek ne kadar güzeldir.
Doğadaki bin bir çeşit çiçeğin, kuşların, ağaçların, Güneş, Ay, yağmur, deniz, hava, vb Tanrı’nın bize bahşettiği her şey ne kadar da huzur verir yaşamamız için. Ama biz bunların çoğu zaman farkında bile değiliz.
Mutluğumuzu, sevincimizi paylaşacak bir dost bulmak, iyi bir dost bulmak… Paylaşmak varken neden kavgalar, kırgınlıklar; küskünlükler neden? Mutlu olduğumuzda sevinmenin, mutsuz olduğumuzda ağlamanın, hasta olduğumuzda sağlıklı geçen günlerimizin, kıymetini bilmeyip har vurup harman gibi savurduğumuz sermayelerimizi, emeklerimizi, huzurumuzu saymakla bitmeyen değerlerimizi ancak ve ancak elimizden uçup gittiklerinde anlıyoruz.
Bir ilkbahar sabahında, güneşli bir havada, huzur içinde, kuş sesleri ile uyanmak hayatımda tadına doyamadığım, hiç bitmese dediğim yaşam sevgimdir. İyi bir arkadaşla, dostla bir akşam yemeği yedikten sonra aile içinde yapılan o tarifsiz güzel sohbetlerimiz ne kadar anlam katıyor yaşamımıza.
 Dağlara çıktığında o buram buram kokan çam ve çiçek kokuları, o içimize çektiğimiz derin oksijen, ansızın yağan yağmurdan sonra kokan toprak kokusu… Güneşin ısısıyla beraber kumsalda kumla ve suyla buluşmak ne güzel huzur verir insana. Soğuk, karlı ve buzlu bir havada kumla suyla aynı zevki tadabilir misin acaba?
Velhasıl, Yaşamı kendimiz kolaylaştırıp kendimiz zorlaştırıyoruz. İnsanoğlu beynine ne gönderirse onu yaşıyor ve yaşatıyor. Negatif veya pozitif. Dilediğimiz gibi yaşamak ve yaşatmak arzusuyla!
Kalın sağlıcakla…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

YAŞANMIŞ ANILAR!

YAŞANMIŞ ANILAR!  Bir köy çocuğu olarak geldim dünyaya. Bir yılkı atı kıvamında büyüdük yetiştik, türlü badireleri geçerek. Bu zamana gelinc...