1 MAYIS

Mayıs ayı yazın müjdecisi; 1 Mayıs İşçinin emekçinin bayramı. Eskiden aileler Mayıs geldi mi en güzel yemeklerini alıp, kırlarda piknik yapardık. Alaçatı ve Çeşme’deki üreticiler de emekçi olduklarından Mayıs’ın ilk gününü bir bayram havasında yaşardılar.
 1 Mayıs’ı kutlandıktan sonra, 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan geceyi iple çekerdik. Çünkü Hıdırellez’den sonra yazın geldiğinin inancını yaşayan belde toplumu, Hıdırellez ile birlikte artık karakışın geride kaldığını görmekte ve tabiatın canlandığı, yeşerdiği günlere girilmekte olduğunun keyfini yaşamaktaydı.  İşte böyle bir günü, bu dönüm noktasını “bahar bayramı” olarak bütün imkânlarıyla, duygularıyla, sevinciyle kutlamalar olurdu. Bağ ve bahçelerde çalışılmaz, tarlaya gidilmez, sabah erkenden kalkmayan kişinin işleri ters giderdi…
 Açların doyurulması, dargınların barıştırılması, üzüntülü olanların sevindirilmesine çalışılır, gençler nişanlılarınla el ele tutuşup yeni evliler eşlerinle, samimi arkadaşlar birlik içinde Alaçatı’nın şehitler caddesi olan (şimdi pazar kurulan yol) ya da kimisi çamlık yolda havaların güzelleşmesiyle gezintiler yaparlardı. Herkes birbiriyle selamlaşırdı.
 Sakızlar Mevkii’nde sakız ağaçların altında kadını erkeği hep birlikte evlerinde pişirdikleri en güzel yemeklerinle gelip veya ağaçların yan tarafında ateş yakıp ateşin üstünde kuzu çevirmesi, oğlak vb. çeşit çeşit yemekleri yaparlar her ağaç dibinden ayrı yemek kokularını mis gibi yayarlardı. Belli ailelerde; kiminde gramofon, kiminde radyo son ses açılmış o günün ses sanatçıları Nezahat Bayram, Nuri Sesigüzel, Zeki Müren’in en son şarkılarını dinler, hep beraber eğlenilinirdi.
 Bu kültürlerimizi artık eski günlerdeki gibi yaşatamıyoruz. 1 Mayıs’ı, Hıdırellezi ve hatta 19 Mayısı... Bu çok anlamlı ve önemli günlerimizi coşkuyla yaşatmalıyız
Bu yıl maalesef Corona virüsü nedeniyle 1 Mayıs’ı, Hıdrellezi, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nı, Mayıs ayının ikinci haftası olan Anneler günü’nü de meydanlarda coşkuyla kutlayamayacağız. Fiziki mesafe yüzünden annelerimizin yanağından öpemeyeceğiz. Ama bu günleri de geride bırakıp, “güzel günler göreceğiz.”
 Bu vesileyle içinde bulunduğumuz koşullarda canı pahasına çalışan başta sağlık emekçileri olmak üzere tüm işçi ve emekçilerin bayramını kutlarım. Emeğin sömürülmediği, işçinin alın teri kurumadan hakkının verildiği güzel günlerde görüşmek ümidiyle…




KELEBEK ETKİSİ (!)

Tüm dünyayı saran Corona virüs sebebiyle uygulanan 65 yaş üstü sokağa çıkma kısıtlaması sebebiyle kırk güne yakındır evimde oturuyorum. Bazen evimin bahçesinde gezinti yaparak, bazen kitap okuyarak, bazende bilgisayarımda anılarımı yazarak zamanımı geçirmeye çalışıyorum. Hayat bu. Hafife almaya gelmez.26 Nisan Pazar günü evimin bahçesinde gezinirken limon ağacımın üzerinde iki tane kelebek, ikisi de adeta birer balerin gibi dans ediyorlardı. Beş dakika kadar onları izledim. Sonra bir hayal dünyasına kaptırmışım kendimi.Bir ara gözlerimi açınca kelebekler yok olmuş,beş dakika içinde çocukluğumdaki günler geldi aklıma.
Ana ocağındaki bahçemize de gelirdi bahar aylarında kelebekler. Ben onları izlerken, komşularımız anneme seslenirler ve ardından karşılıklı sohbet ederlerdi. Bende bir taraftan kelebekleri seyreder, bir taraftan da onları dinlerdim. Ne iyi insanlardı!“Oiyi insanlar o güzel atlara binip gittiler”.
 Televizyonun yeni yeni çıktığı, bilgisayar ve cep telefonlarının olmadığı o güzel zamanlarda insanlar daha samimiydi.Hayat daha keyifliydisanki. Komşuluk ilişkileri çok güzeldi. Evler bahçeli ve avlular yan yanaydı. Yaz gecelerinde ya bahçede yada sokaktaki kaldırımlarda komşu kadınlar oturur, muhabbet ederlerdi. Bizlerde komşu çocuklarıyla fazla uzaklaşmadan oyunlar oynardık.
 Bitişik komşumuz İbrahim Tığlı Amca’nın evi vardı.Nur içinde yatsınlar, mekânları cennet olsun.Evimizin karşısında oturanlar Abdurrahman KeskinAğabey ve eşi Sevim Abla’ydı.
Sol tarafımızda Kunduracı Ahmet Özcan ile eşi Hikmet Hanım Teyze, arka bahçemizdeki cephede Şehriban Hanım Teyze ve eşi Hasan Atılgan Amca yaşardı. Şehriban Hanım Teyze’nin sesi çok gürdü. Eşi Hasan Atılgan Amca da çok yavaş birisiydi.Kimseye bağırdığını duymadık. İbrahim Tığlı Amca da öyleydi. Hani derler ya“ağzı var dili yok”. Öyleydiler işte.
 Komşular bir ayaya gelince ne güzel muhabbetler ederler ve eski günlerinden bahsederlerdi. Ah ne güzeldi o hikâyeler. Bahçedeki asma altında hasırın üstünde oturup bir sürü muhabbetlerle çay ve kahve içerek geçerdi günlerimiz. İnsanlar o zamanlar bol bol muhabbet ederdi ve birbirlerini can kulağıyla dinlerlerdi. Her konuda birbirlerine yardımcı olurlar, herkes birbirini tanır, sabah selamlaşmadan diğerinin yanından geçilmezdi. O zamanlar evlerimiz lüks değildi belki ama birbirimize olan güvenimiz ve sevgimiz kat ve kat daha fazlaydı. Şimdilerde o eski insanlar sanki hiç yaşamamış gibi fakat, hafızalarımızda capcanlı, rengarenk bir şekilde yaşıyorlar.
 Bizlerse tıkıldığımız çok katlı apartman dairelerinde birbirini tanımadan sevgisiz ve muhabbetsiz bir şekilde yaşamaya çalışıyoruz.O eski güzelim muhabbetlerin yerini televizyon, arkadaş ve dostlukların yerini ise akıllı cep telefonları ve bilgisayarlar aldı.Kendi çocuklarımız bizler gibi sokaklarda oyunlarla değil, tek başlarına ellerindeki akıllı cep telefonlarıyla vakit geçiriyorlar.Arkadaşlık, sevgi ve muhabbetin ne olduğunu bilmeden yetişiyorlar.Bunda suçun tamamı elbette bizlerde değil. İnsanlar ve nesillerle birlikte çağda değişti ve çocuklarımızda bu çağa ister istemez ayak uydurmak zorundalar. Dedim ya “Ne iyi insanlardı!“O iyi insanlar o güzel atlara binip gittiler.”
Mekanları cennet olsun...
İki tane Kelebek beni ne güzel bir zaman yolculuğuna çıkarmış oldular. Bu, başka tür bir kelebek etkisi oldu. 
Kalın sağlıcakla…

SİYASİ YAŞAMIM (13)


Anavatan Partisi adayını, genel merkezi belirlemişti. Çeşme İlçe Başkanı Hüseyin Yıldız. Doğruyol Partisi’nden de İlhami Tütüncü aday olmuştu.  Hüseyin Yıldız ve İlhami Tütüncü parti teşkilatlarında çok emeği geçen arkadaşlardı. Remzi Özen, seçim konuşmalarında, halkın beklentilerini de bildiği için Alaçatı’da yapacaklarını çok güzel anlatıyordu.

Çeşme’de ise SHP’nin adayı Faik Tütüncüoğlu,  Anavatan Partisi’nin de hali hazırda Belediye Başkanı olan Nuri Ertan idi.1989 Yerel Seçimleri’nde Alaçatı Belediye Başkanlığını Remzi Özen Çeşme Belediye Başkanlığını ise Faik Tütüncüoğlu kazanmıştı. Alaçatı’da sandıklar açılıp sayımlar erken bitince Adayımız Remzi Özen Kemalpaşa Caddesi’nde bulunan baba evindeydi. Örgütün tamamı, Remzi Özen’i evinde tebrik etmek için oradaydık. Ben, Remzi Özen’i tebrik ettikten sonra kendisine, “Çeşmede oy sayımı devam ediyor ve durum çok kritik. Oylar başa baş gidiyor, birlikte Çeşme’ye gidelim.” dedim. Remzi Özen, halka kısa bir konuşma yaptıktan sonra, “Arkadaşlarla birlikte Çeşme’ye gidiyoruz.” dedi ve birlikte Çeşme’ye doğru hareket ettik.
 Faik Tütüncüoğlu’nun seçim bürosu, Çeşme’nin girişindeydi ve önü tıklım tıklımdı. Mahallelerden gelen oylar hesaplanıyordu. Yaklaşık bir saat sonra seçim sonuçlandı ve çok az bir farkla Faik Tütüncüoğlu kazanmıştı. İki başkanımız ve halkımız birlikte, belediye binasının önüne kadar yürüyüş yaptık ve sonra halk dağılmaya başladı.
  Özal ise,  “Eli kolu bağlı bir belediye istemiyorsanız oylarınızı Anavatan Partisi’ne verin!” diye halkı tehdit ediyor hatta afişlerde, iple eli kolu bağlı bir belediye başkanı görseli paylaşılıyordu.
 (1989 yerel seçimlerine 7 siyasal parti katılmıştır. ANAP, SHP, DYP, RP, MÇP, IDP , DSP. 1989 yerel seçim sonuçları  SHP’nin üstünlüğü ile sonuçlanmış ve ANAP, DYP’den sonra üçüncü parti olarak bir önceki yerel seçime göre (1984 Yerel Seçimleri) büyük bir düşüş yaşamıştır.)
 Çok konuşulan bir söz vardır parti içinde, hatta bugün bile, “89 Ruhu’nun canlanması lazım.” denir. 1989 yılında Sosyal Demokrat Halkçı Partisi çok iyi bir sonuç elde etmişti.
 (2019 Yerel Seçimleri’nde de bu ruhu 30 sene sonra biraz yakaladık gibi.)
 İki gün içinde İlçe Seçim Kurulu’ndan mazbatalarımızı aldıktan sonra ilk Meclis Grup Toplantımız’ı, Remzi Özen’in Ilıca Mahallesi’ndeki Şantiye Evleri’nde yaptık.
 Remzi Özen, mecliste görev alacak arkadaşlarımızla konuşurken, “Arkadaşlar, oylama yapmadan önce benim sizlerden bir isteğim ve ricam olacak.” dedi ve şöyle devam etti: “Ömer arkadaşımızın bu partiye çok büyük hizmetleri olmuştur. Benim sizden ricam, Ömer arkadaşımıza öncelikle Belediye Başkan Vekilliği’ni vermemiz yönünde olacaktır.”
 Ben hemen arkadaşlarıma döndüm, “Remzi Ağabey’ime çok teşekkür ederim, sağ olsun beni onurlandırdı; fakat başkan vekilliğini isteyen arkadaşlarımız vardır belki? İstekli olan arkadaşımız varsa benim hiç itirazım olmaz.” dedim.  Arkadaşlarımın hepsi birden, “Çok uygundur!” deyip beni orada erkenden tebrik ettiler. İlk Meclis toplantısında da arkadaşlarım beni Alaçatı Belediye Başkan Vekili seçtiler.


NEREDE O ESKİ RAMAZANLAR...


Nerede o eski ramazanlar çocuktum annem oruç tutmamı yasaklardı. Sen daha küçüksün sana oruç tutmak vacip değil derdi. “Bende anneme anne ne olur beni de sahura kaldır olur mu? Bak kaldırmazsan küserim sonra”… Her seferinde yalvar yakar olurdum anneme. Saatlerce dil döker “Tamam kaldıracağım” sözünü aldıktan sonra, bir an önce uyumaya bakardım. Bir an önce uyumalıyım ki, sahurda kolaylıkla kalkabileyim…
Kimi zaman annemin uyandırmasına bile gerek kalmaz, davulun sesini duyar duymaz yataktan fırlayıp, soluğu pencere kenarında alırdım. Yüzümü cama dayar – ne dayaması adeta camla bütünleşir- biraz korku, biraz da sevinç karışımı bir duyguyla davulcu Süleyman Zurnacı abinin her hareketini soluksuz izlerdim. Korkardım: Çünkü gecenin zifiri karanlığında, el fenerinin cılız ışığı öylesine oyunlar oynardı ki, davulcu ve yamağı karşı evin duvarına yansıyan gölgeleriyle “Gulyabani” gibi üzerime üzerime gelirlerdi. Sevinirdim: Çünkü her gece ayrı bir mani yakılırdı. Bakalım bu gece neler söyleyecek diye sabırsızlıkla beklerdim. Aynı sabırsızlığı o da gösterirdi. Özellikle de ışığımızın yanmadığı ve bahşişin geciktiği zamanlarda… İşte o zaman davulun tokmağına daha bir asılır, gecenin sessizliğini daha bir yırtardı hiç sıtma görmemiş sesiyle:
“Üzümüm var ezilecek
Tülbentlerden süzülecek
Çok bekletme Ahmet Ağbi
Çok yerim var gezilecek…”…. Güm be de güm güm… Güm be de güm güm…
Bahşişini alır ve karanlığın içinde, geldiği gibi kaybolup giderdi ardında ateş böceği misali bir bir yanan evlerin ışığını bırakarak…
Asıl cümbüş ondan sonra başlardı. Bir telaş bir telaş ki sormayın… Önce ocağa çay suyu konulur, sonra akşamdan hazırlanan yemekler ısıtılıp dizilirdi yer sofrasına. Mutlaka ama mutlaka Singer marka radyomuz açılır, şarkılar, türküler eşliğinde yenirdi yemekler… Bol bol da çay içilirdi yemek sonrasında. “Çok çay içelim ki akşama kadar susuzluk çekmeyelim!.” derdi babam… Sahur sofralarının keyfine doyamazdım. Gözümden uyku aksa da, o sofrada bulunmanın, ailemle birlikte o heyecanı, o coşkuyu yaşamış olmanın keyfini hiçbir şeye değişmezdim.
Ağabeyime, ablama oruç yasağı yoktu ama bana vardı. “ben de oruç tutmak istiyorum!.” dediğimde, “Olmaz sen daha küçüksün, dayanamazsın!” cevabını alırdım. Ama ben yine de gizlice tutardım. Tutardım da, o gün öğleni zor ederdim. Neyse ki çocukların “Tekne orucu” tutma gibi bir hakları vardı. Ne demekse!. Öğlene kadar bir şey yeme, öğlen ye. Öğleden sonra yine bir şey yeme, iftarda yeniden ye. yine büyüklerin engin hoşgörüsünün bir yansıması olsa gerek bu Tekne Orucu… zaten çocuklar ne yaparlarsa yapsınlar affedilmeye layık değiller midir?.
Benim için ramazan günlerinin vazgeçilmezlerinden biri de gece eğlenceleriydi.
Yaz aylarına denk gelen Ramazan ayı Ilıcalara cambazlar gelirdi. Yaykın meydanına kurulan Cambaz, çadırlarına iftardan sonra gösteriye izlemeye giderdik. Ramazan boyunca hemen her iftardan sonra ailemle Cambaz’ın gösterilerini izlemeye giderdik. İpin üzerinde yürürken bize korkulu anlar yaşatan palyaço boncuk’u, şapkasından tavşan çıkaran sihirbazı, allı-pullu giysiler içinde kantolar söyleyen çadır şarkıcısını hiç ama hiç unutamam. ve hâlâ yankılanır durur kulağımda o günden bugüne…
Bu yıl Ramazan bir başka yaşanacak. Yüzyılda bir yaşanan ve tüm Dünyayı saran “Corona virüsü” nedeniyle evlerimizden çıkamayacağız. Teravi namazlarımızı evimizde kılacağız Ramazan  Davulu çıkacak ama davulcuya bahşişimizi veremiyecegiz virüs bulaşmasın diye.fiziksel yakınlaşamamak yüzünden.Bu kötü günlerimizi inşallah kısa bir zaman diliminde atlatırız düşüncesiyle Ramazan’ı şerifimiz İslam alemine ve ülkemize sağlıklar getirmesi  dileklerimle.
Kalın sağlıcakla…

SİYASİ YAŞAMIM (12)


SHP Belde Başkanı’yken Alaçatı 1984 seçimlerinde SODEP’ten iki meclis üyemiz meclise girmişti.1.sıradan Ahmet Özen, 2.sıradan Rafet Belge. Meclis toplantılarında belde binamızda gurup toplantıları yapıyorduk. Belde Başkanı olarak, meclis toplantılarına katılmak istediğimizi ve Sosyal Demokrat Halkçı Partisi’ne de meclis gündeminin gönderilmesi için Belediye Başkanlığı’na dilekçe vermiştim. Belediye Başkanı Sayın İsmet Sarı da düzenli olarak meclis gündemini, elden zabıta ile terzi dükkânıma gönderip imza karşılığında bana teslim ediyordu. Grup toplantılarında Ahmet Özen tecrübeli olduğundan, alınacak kararları Belde Yönetimi’ne bildiriyor, biz de hangi maddeye “EVET”; hangi maddeye “HAYIR” oyu kullanılacağına belde yönetimi olarak karar veriyorduk. Meclis üyesi arkadaşlar da grup kararlarına göre oy kullanılıyordu.
 Ahmet Özen çok başarılı bir meclis üyesiydi. Cesurca Alaçatı’nın sorunlarını her mecliste dile getiriyor ve yanlış kararların karşısında dimdik duruyordu. Alaçatı halkı da kendisine sempati duyuyordu. Ben de parti başkanı olarak hep yanında duruyordum. Yönetimde olan Anavatan Partili başkan ve meclis üyeleri de ellerinden gelen icraatları uyguluyorlardı.
 1989 yerel seçimleri gündeme geliyordu. Özal İktidarı yerel seçimler nedeniyle yavaş yavaş erimeye başlamıştı. SHP Genel Başkanı Erdal İnönü, Özal Hükümeti’ne karşı eleştirilerinin dozunu yükseltmişti. Yerel Seçim takvimi belli olmuştu. Sosyal Demokrat Halkçı Parti olarak, yönetim kurulu arkadaşlarımızla, Belediye Başkanlığı için aday olacak arkadaşlarımızın başvuru kayıtlarını almaya başladık. Alaçatı, tarihinde ilk defa üniversite diplomalı üç aday adayını bir arada görüyordu: Remzi Özen, Yakup Deliboz ve Hikmet Dikmen.
 Alaçatılı olan Sayın Remzi Özen, yıllarca Türkiye’nin birçok ilçesinde kaymakamlık yapmış, 1974’te Cumhuriyet Halk Partisi’nden İzmir milletvekilliği ve Başbakan Bülent Ecevit’in de Özel Kalem Müdürlüğü görevlerinde bulunmuş; Yakup Deliboz, hukukçu; Hikmet Dikmen de eğitimci olarak Urla’da çok başarılı işlere imza atmış değerli insanlardı. Üç adayımız da bir birinden kaliteli insanlardı.
 Belde Başkanı olduktan sonra, SHP örgütü ve bana sahip çıkan kişiler de “Gönlümüzde sen yatıyorsun, adayımız sensin.” diye bana aday olmam için ısrar ediyorlardı. Ben de dilim döndüğünce, “Beni bırakın, ben ilkokul mezunuyum. Bakın üç tane aslan gibi adayımız var, bunlardan birini seçelim ve Alaçatı’yı hak ettiği yer getirelim.” diye ikna etmeye çalışıyordum arkadaşlarımı.  Aday belirlerken üç adayımızla da toplantı yaptık ve her birine ayrı ayrı sorular sorduk. Adaylarımız da sorulan sorulara cevaplarını verdiler. Nazım Aydoğdu’nun yaptırmış olduğu Belediye düğün salonunda belde teşkilatı olarak önseçim kararı aldık. Alaçatı Sosyal Demokrat Partili üyelerimiz saat 10:00 da Nazım Aydoğdu düğün salonunda toplandık. Adaylar tekrar konuşmalarını yaptıktan sonra sahnenin duvarındaki büyük bir yazı tahtasına tebeşirle aday olacakların adını ve soyadını yazdık. İsimler kesinleştikten sonra bilgisayardan çıktı alarak listeleri hazırladık belediyeden almış olduğumuz seçim sandığına oylarımızı attık.

 Belediye Başkanı Adaylığı seçiminde en fazla oyu alan adayımız Remzi Özen olmuştu. Ben de İsmail Tığlı, İbrahim Ejder ve Ahmet Özen ile birlikte Meclis Üyesi seçilmiştim. Cumhur Akbaykal da Kontenjan Meclis Üyesi olarak seçilmişti.



23 NİSAN


Nedendir bilmem ama resmi bayramlarını hep sevmişimdir. Bütünşehir yasası ile bütün şehir kapsamında bulunan beldeler kapatıldı. Bu kapanan beldeler içinde Alaçatı beldemiz de mağdur belediyelerden biriydi. Yıllarca resmi bayramlara katılma fırsatını hep gösterdim. Resmi bayramlar yaklaştığı zamanlar heyecanlı olurum. 
Kış aylarına denk gelen 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı,10 Kasım Atatürk’ü Anma günlerinde tören yapılacak alana giderken en yeni takım elbisemi giyer, öyle giderim. Çünkü resmi bayramları çok ciddiye alıyorum. Bu yıl Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın yüzüncü yılı kutlamaları bir yıl öncesinden planlanıyordu. Maalesef Corona virüsü nedeniyle şenlikler yapılamıyor. İnşallah 23 Nisan günü evlerimizi bayraklarla süsleriz. Evimizin balkon’larımızdan istiklal marşımızı okur Bize bu ülkeyi emanet eden Mustafa Kemal Atatürk’ümüzü anarız. Şimdiden 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınızı kutluyorum.

Önemli Not. Balkonlarınıza bayrak asmayı lütfen unutmayın.


           

SİYASİ YAŞAMIM (11)


  S.H.P Parti binamızın açılışı, İzmir İl Başkanı Şeref  Bakşık’ın da katılıp kurdeleyi kesmesiyle çok kalabalık bir biçimde gerçekleşmişti.
 Artık toplantılarımızı kendi binamızda yapıyorduk. Meclis toplantılarına artık ben de S.H.P Belde Başkanı olarak katılıyordum. Belediyeye ait olan ses düzeninden ilanlarımızı yapıyorduk. Belediye Başkanı Muzaffer Baskıcı’ya ben dilekçemi vermeye gittiğim zaman memuru çağırıp “Bak, Ömer Başkan geldiği zaman ne işi varsa hemen yapın.” diye uyarıyordu. Muzaffer Başkan’ın bana karşı güveni tamdı. Ben de onu zor durumda bırakacak hiçbir şey yapmıyordum.

Muzaffer Baskıcı belediyeden çıktıktan sonra benim terzi dükkânıma uğrardı ve Alaçatı meselelerini konuşur ve tartışırdık. İzmir 2.Bölge Halkçı Parti Milletvekili Durçan Emir Bayer’in vefatı nedeniyle boşalan yeri, 28 Eylül 1986’da yapılan ara seçimlerden başarıyla çıkan Erdal İnönü doldurdu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmeye hak kazandı.

 SHP Genel Başkanı artık parlamentodaydı. Erdal İnönü, Genel Başkan olarak İzmir ilçelerine teşekkür ziyaretleri yapıyordu. Erdal İnönü Çeşme ve Alaçatı ziyaretlerine katılmak üzere program yapmıştı. Belde teşkilatı olarak hazırlıklarımızı yapmaktaydık. Erdal İnönü’yü teşkilat olarak Germiyan Köyü girişinde arabalarla kalabalık bir gurupla karşılamaya gittik. İlçe Başkanımız Sayın Faik Tütüncü oğlu, İlçe Yönetim Kurulu Üyeleri, Belde Başkanı, Belde yönetim Kurulu Üyeleri, yeni ve eski partililerimizin katılımıyla oradaydık. Erdal İnönü tam söz verdiği saatte geldi.
 Erdal Bey, sempatik kişiliğiyle arabanın önünde oturuyordu, halkı görünce hemen oturduğu koltuktan kalktı ve ayakta bizleri selamlamaya başladı. Arabadan yapılan anonsta, “İlçe Başkanı ve Belde Başkanı otobüsün ön tarafına lütfen, Genel Başkan sizleri rica ediyor.” denildi. Faik Tütüncüoğlu, ile birlikte Erdal İnönü’nün yanına gittik.
 Genel Başkan Sayın Erdal İnönü’yü ilk defa çok yakından tanıma fırsatı bulmuştum. Alaçatı ve Çeşme ile ilgili düşüncelerimizi anlattık. İlk olarak güzergahımız Alaçatı idi. Cumhuriyet Meydanı’nda, Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’nün birlikte olduğu heykellerin önünde kısa bir teşekkür konuşması yaptıktan sonra, küçük bir Alaçatı turu yapıldı ve daha sonra Çeşme’ye geçildi. 

EŞREF ÖĞRETMEN


Germiyan İlkokulu’nu bitirdikten sonra  Antalya Aksu Köy Enstitüleri Okulu’nu kazandı. Okul arkadaşları Germiyan Köyü’nden Osman Ertan, Alaçatı’dan Hikmet Dikmen ve Şinasi Öz benim hatırladıklarım. Eşref Öğretmen Aksu Öğretmen Okulu’ndan mezun olduktan sonra köy köy hergittiği okulda öğrencilerini Atatürk ve Cumhuriyeti seven öğrencileryetiştirmek için çok mücadele ettiğini kendinden dinledim.

17 Nisan 1940 yılında onaylanan 3803 sayılı köy enstitüleri  yasasında enstitülere alınacak öğrencilerin nasıl seçileceği belirtilmiştir. Köy Enstitüleri Yasası’nın kabulünden iki ay, enstitü müdürlerinin göreve başlamasından üç ay sonra öğrenciler seçilmeye başlanmıştır. Köy enstitülerine ilköğretimini tamamlamış, şehir merkezi yerine köy ve beldede yaşayan öğrenciler alınmıştır. Gelenlerden çoğu nasıl bir eğitim sisteminin içine girdiklerine dair bir fikir sahibi değillerdi, sıradan orta öğretim kurumlarında eğitim göreceklerini sanıyorlardı. Ancak enstitüler iş içinde eğitim prensibi doğrultusunda işlemekte idi. Ayrıca dönem itibari ile köylerde sağlık koşulları iyi değildi. Bu koşullar da yaşayan öğrencilerin enstitülere gelmesiyle verem ve sıtmalı çocukların sağlıklarının korunması için çalışmalar yapılmıştır.

Eşref öğretmen Germiyan Köyü’nde doğmuş ailesine sadık kalarak da yaşamış bir öğretmendi. Köy çocuğu olduğunu hiç inkar etmemiş. Eşref öğretmen Kars ve Burdur köy okullarından sonra Çeşme ilçesine tayinini istemiş ve ilk olarak Reisdere köy okuluna tayini çıkmıştı.

Daha sonra Alaçatı Fahrettin Altay İlkOkulu’na tayini çıktıktan sonra Alaçatı’da uzun bir süre öğretmenlik yapmıştı.Benim arkadaşlarımdan dinlediğim Eşref Öğretmeni anlata anlata bitiremezlerdi. Eşref öğretmen aynı zamanda benim Rezzan Ablamla evlenmişti. Dilek ve Giray isimlerinde iki çocukları oldu. Ablam bazı günler bizim evimize gelir, Eşref öğretmen iş bitiminde ablamı almaya bizim evimize gelirdi.

Ben kendisini çok severdim. Benimle sanki arkadaşmışız gibi sohbet ederdi. Fahrettin Altay İlköğretim Okulu’nun baş öğretmeni oldu. Nahiye müdürlükleri vardı o yıllarda. Eşref öğretmen Nahiye Müdür Vekilliği de yapmıştı. O yıllarda ilk okullar belediye sinemasında tiyatro guruplarını getirterek tiyatro gösterileri düzenlerdiler. Atıf Kaptan, Hulusi Kentmen, Hayri Karabay gibi tanınmış tiyatro oyuncularını ağırladılar.

Eşref öğretmensağlığında köy enstitüleri gününde kendisini  arar, gününü kutlardım. Artık O’nun 17 Nisan günlerini kutlayamıyorum.  Bugün Eşref Öğretmen anısına bu yazımla kutlamış olayım istedim. Köy Enstitülerini kuran  Milli Eğitim Bakanı Sayın Hasan Âli Yücel’i, İsmail Hakkı Tonguç’uve yetiştirdikleri Köy Enstitüsü öğretmenleri Eşref Ertan, Osman Ertan’ı rahmet ve şükranla anıyorum.  Hayatta olan Hikmet Dikmen ve Şinasi Öz hocalarıma da sağlıklı uzun ömürler diliyorum.  Köy Enstitülerinin 80. Kuruluş Yıl dönümü kutlu olsun.


TÜTÜN KOKUSU

Yaklaşık bir aydır dükkânımı açamıyorum. Kitabevimden onlarca kitap aldım evimde okumak için. Okumaya doyamıyorum. Yaş Altmış Yedi olunca bir iki saat sonra okurken gözlerim sulanmaya başlıyor. Mecburen okumaya ara veriyorum. 65 yaş sınırına takıldığım için evimden çıkamıyorum. Zaten kiloluydum. Evde hareket etmek oldukça zor. Sıkıntıdan yemeğe sarıyorum. Corona bitene kadar ben biraz daha kilo alacağım gibi görünüyor.

Önceleri evimin balkonundan Maşatlık Tepesi’ni daha güzel görürdüm. Evimin karşısına yeni binalar inşa edilince aralarından az da olsa görmeye çalışıyorum. Bahçeme bakan balkona bir sandalye çekip, Maşatlık Tepesi’ne bakıyordum. Birden; görünen o manzarayı hiç alıcı gözlerle izlemediğimi fark ettim.




Eşim çay demlemiş, çayı elime tutuşturmuştu. Çayımı yudumlarken sandalyemde şöyle bir arkama yaslanıp gördüğüm manzara karşısında anılara daldım. Hayret! Nedendir bilmem yıllardır o incir ağacını hiç fark etmemişim. Biraz daha uzaklara baktığımda gölgeleriyle biraz hüzün veren o küçük Maşatlık Tepesi. “Hüzün Dağı” diye yorumladığım tepenin eteklerinde ne olduğunu tam fark edemediğim bir iki ağaç vardı. Ağaçların ne olduğu hiç önemli değil, beni etkileyen o küçük dağın eteğinde yalnız insanlar gibi görünmesiydi.
Bakışlarım daha da derinleşti. O gölgelerin, o yalnız ağaçların arasında günlerce tütün diktiğimiz, eskiden bize ait olan tarlamızı gördüm. Hey Allah’ım! Nereden nereye? O dağın eteğinde, ağaçların arasında tütün tarlası... İşin garibi o yaş tütün kokusunu, ellerimde, burnumda, ciğerlerimde hissettim.Yaş tütün kokusunu eski günlerdeki gibi hisseder oldum. İçime çektim o özlemli kokuyu. Toprağa ekilen tütün tohumu, sonra fideye dönüşmesi, oradan tek tek söküldükten sonra demet yapılması, kurumaması için suyla devamlı nemli tutulması... Toprağı havalandırılmış tarlaya götürülüp, belli aralıklarla toprağa dikilmeden önce açılan altı-yedi metre uzunluğunda karıklar ve bu karıkların sırtlarına basmaktan korktuğumuz narin tütün fidesinin konulması, kırılmasından korktuğumuz bir cam gibi büyük hassaslıkla kökünün toprakta sıkıştırılması, peşinden sulanması.




Bunlar; insanın doğaya nakışı gibi geliyor. Sonra başlarsın tüm yaptıklarını gözlemlemeye. O küçük fideler susuz mu kalıyor, toprağı mı azalmış, otlar mı kaplamış? İtinayla toprağını havalandırır, otlarını temizler, sularsın. Tek tek ilgilenirsin çocuğun gibi. Üstüne titrediğin fidelerin zamanla nasıl boy attıklarını, onlar büyüdükçe içindeki heyecanı. Yeşilleri daha başka, kokusu daha keskindir artık. Aşamaların başka noktasına geldiğinin belirtisidir bu boy atma. Artık yaprakların gövdeden ayrılma sırası gelmiştir. Bunu yapmanın da sırası vardır elbet, öyle bir anda yapraksız bırakılmaz gövdesi, o bile ince bir ayrıntı gerektirir taze küçük yaprakları ayırmaya kıyamazsınız gövdesinden. Rengi daha koyu yeşile dönmüş dipteki büyük yapraklardan başlarsınız. Aşama aşama, sırası gelerek koparılan yapraklar tam tepede koparılan son yaprakla toplanmış olacaktır. Her kademede yaprakların kırılarak küçük demetlerden büyüklerine dönüştürülmesi, demetlerin itina ile keletirlere yerleştirilmesi ve bunları yaparken sabahın en erken saatlerinin tercih edilmesi. O erken saatlerde uykunun en güzel yerinde kalkıp tütün toplamaya gitmenin uyku mahmurluğundaki hazzı da ayrı bir olay. Güneşin sıcaklığı tütünleri bunaltmasına izin vermemesi için erken saatlerin tercih edilmesindeki mantık kadar güzel değil mi? Tüm bunları yaparken her yaprak koparışınızda parmaklarınıza bulaşan yapışkan ziftin zamanla karararak ellerinizde elbiselerinizde ayrı bir örtü oluşturması, onu çıkarmak için dakikalarca uğraşılması ayrı bir güzelliktir. Böylesine hoş kokan yeşil bir yapraktan yine böylesine rahatsız edici yapışkanın ellerinize bulaşması tütünün yapılışındaki amacı düşündüğünüzde sizi panikletir. Toplanan tütün demetlerinin konduğu keletirle eve dönmek için sizi bekleyen semaver çayının yanındaki doğa tazeliğini taşıyan yemekleri yemek o sabah erken kalmanın mahmurluğunu da sıcaktan bunalan vücudun sıcaklığını da alıp götürür. Sıra toplanan demetlenen yaprakların yine tek tek elden geçmesine, yani özel iğnesiyle iplere dizilmesine gelmiştir. Ellerinize iğne ucunu batırmadan yaprağı zedelemeden damardan ipe dizilmesinin mutluluğunu ancak yaşayan bilir. Yapraklar dizildikleri iplerde salına salına kıramandalda kurumaya hazırdır artık. Kurutulurken bile küçük bir çocuk gibi üstüne titrersiniz. Yağmur yağarsa ıslanır mı? Gece soğuk yaparsa ya da güneşte doğrudan kalırsa yaprakları yanar mı? Bunların endişesiyle kurumasını izlersiniz. Yeşil yaprakların kurudukça altın sarısına dönüşmesi, bir ressamın eserini uzaktan hayranlıkla seyretmesi kadar haz verir insana.


Kuruyan tütünlerin işi bitmemiştir henüz. Yine tek tek elden geçmesi gereken bir sıra vardır. Kuruyan yaprakların tek tek kontrol edilerek havalandırılması, ayrı bir demetleme yapılması. Ve artık alıcıya sunma zamanı gelmiştir. Tütünleri alıcıya sunarken beğeni kazanılmasının sizde uyandıracağı hazsa bambaşkadır, E, o kadar emek, o kadar ilgiden sonra bunu hak etmişinizdir artık. Ellerinizdeki o yapışkan ziftler zamanla geçmiştir, sadece hafif bir tütün kokusu kalmıştır ellerinizin üstünde. Tütünlerinizin fabrikalara ulaştığını bilir, büyük emek ve yorgunluktan sonraki mutluluk içinde arkanıza yaslanırsınız, ellerinizdeki tütün kokusunu hissederek.

Birden silkindim, balkonumda oturuşumu fark ettim. Küçük kareden görülen manzarayı seyrederken daldığımı fark ettim. Nerelere gitmişim ben? İşin garibi o tütün kokusunu nasıl böylesine derinden hissetmiştim. Yaşanmışlığın tüm özlemini, tütün kokusuyla tekrar yaşamış oldum.
Kalın sağlıcakla…

SİYASİ YAŞAMIM (10)


Beş mahallede delege seçimleri yapılıyordu. Partide paramız yoktu, ilçeden herhangi bir para yardımı gelmiyordu. Beldede yapılan seçimlerde kendi imkânlarımızla A7 çizgisiz kâğıda delege isimlerini yazıp küçük bir karton atıyorduk. İlçeden sorumlu görevli ve iki divan kurulu üyesinin önünde isimler sayılarak delegeler belli oluyordu. Delegeler belli olduktan sonra İlçe Başkanlığı seçimleri yapılırdı. Faik Tütüncüoğlu Çeşme İlçe başkanı oldu.

 İlçe Başkanlığı seçiminden sonra Belde Başkanlığı seçimleri yapılması için tarih belirlenmişti. Ben de Yenimecidiye Mahallesi’nden delege seçilmiştim. Arkadaşlarım benim Belde Başkanlığı için sürekli adımı zikrediyorlardı. Kemalpaşa Caddesi’nde bulunan terzi dükkanım bir siyasi parti binası gibiydi. Alaçatı SHP Belde Binası gibi kalabalık olurdu. Bundan çok rahatsız olmuyordum. Amacım, Alaçatı’yı hak ettiği yerlere taşımak olduğu için, mücadeleyi çok seviyordum. Bu işler gönül işleri, herkes elini taşın altına koymalı diye düşünürdüm. Bazı büyüklerim ve dostlarım, “Enayi misin sen bu kadar insana çay ısmarlıyorsun?”  diye beni eleştirirlerdi. Ben de “Olsun, insanlar benim yanıma geliyorsa ben de onlara bir gönül şerbeti ısmarlamışım ne olur.” diye cevap verirdim.

Belde seçimleri yapıldı ve ben en çok oyu almıştım. Yönetim kuruluna, Ramazan Koçlu, İsmail Tığlı, İsmet Eser, Hasan Gözener ve ben seçilmiştik. İlk yönetim kurulu toplantısını, belde binamız olmadığından, benim dükkânımın karşısındaki Ali Çakar’ın kahvesinde yapmıştık. Görev bölümünden arkadaşlarım, beni SHP Alaçatı Belde Başkanı olarak görevlendirdiler.

Yürütme kuru olarak, çalışmalarımızı ve iktidar partisinin yanlışlarını kamuoyuyla paylaşıyorduk. Alaçatı ile ilgili yapılan yanlışlıkları halka aktarmamız hızla devam ediyordu.
Dükkânımın yanında Anavatan Belde binası bulunmaktaydı. Akşamları terzi dükkânım hınca hınç doluyordu. Anavatan iktidarının yanlışlarını dükkânımda tartışıyorduk.

Eski beyaz saçlılar, hepsi benim gönüllü siyasi danışmanlarımdı. Süleyman Akkaya, Süleyman Tünay, Nevin Tezcan, Şükrü Balkaş, Ayhan Tezcan, Ahmet Özen, Rafet Belge ve daha isimlerini burada yazmakla bitiremeyeceğim partili büyüklerim ile bir bütün olmuştuk. Abdurrahman Keskin, Fehim Keskin, aralarında eski belediye başkanlığı yapmış bazı arkadaşlarım, meclis üyeliği yapmış ağabeylerimdi.

Bir gün Şaban Özen dükkânıma geldi ve “Ömer, evimin altındaki dükkânı size vereyim, Belde Binası olarak kullanın. Sizden kira da almayacağım. Partimize benim de katkım olsun.” dedi. Çok sevinmiştim. Hemen yönetim kurulunu topladım ve arkadaşlarıma Şaban Özen’nin düşüncelerini aktardım. Karar defterimize karar aldık ve sağ olsunlar, Hasan Gözener ve İsmet Eser, inşaatçı olduklarından, Şaban Özen’in dükkânını biraz restore etmiş, masamızı Fotoğrafçı Naim Güner, sandalyelerimizi ise Rasim Demirel hibe etmişlerdi. Atatürk ve İsmet Paşa’nın fotoğraflarını bir şekilde bulup belde binamızı tamamladıktan sonra İl Başkanımız Sayın Şeref Bakşık ve ilden katılan misafirler, Çeşme İlçe Başkanımız Sayın Faik Tütüncüoğlu ve İlçe yönetimi ile Çeşme ve Alaçatı’dan katılan Partililerle açılışımızı yapıp Ege Bölgesi’nde açılan ilk belde teşkilatı unvanını almıştık.



SİYASİ YAŞAMIM (9)


Nazım Aydoğdu’nun ölümünden sonra, Başkan Vekili olarak Meclis Üyesi Muzaffer Baskıcı seçilmişti. Yüksek Seçim Kurulu, ara seçimi yapılması kararı almıştı.1985’te Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Turgut Özal, “Ne yapın yapın, çok çalışıp Alaçatı’da seçimi kazanın.” talimatı verdiği Alaçatı’da duyulmuştu. Alaçatı bir bayrama ve çok heyecanlı seçim çalışmalarına şahitlik ediyordu. Bayram şöleni gibi her taraf parti bayrakları ile süslenmişti.


Ankara’dan bakanlar geliyordu, milletvekillerinin de birçoğu zaten Alaçatı’daydı. İçişleri Bakanı Yıldırım Akbulut,  Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz, Turizm Bakanı Mükerrem Taşçıoğlu, daha isimlerini burada sayamayacağım birçok bakan Alaçatı sokaklarında esnaf ve ev ziyaretlerinde bulunuyor, Anavatan Partisi’ne destek istiyorlardı.

Sol kanatta SODEP ve Halkçı Parti’nin birleşmesinden söz ediliyordu.1984’te SODEP’ten aday olan Erol Artun’a bu seçimde de aday olması için çok ısrar ediliyordu. Erol Artun, sonunda, siyasileri kırmamak için, Halkçı Parti’den aday olmayı kabul etti ve SODEP’in de desteklediği aday Erol Artun olmuştu. Seçim çalışmaları çok demokratik yapılıyordu. Seçim gününe kadar parti görevlileri çok güzel çalışmalar yapmıştı. Sonuçlar açıklandığında Anavatan Partisi’nin adayı İsmet Sarı, Alaçatı Belediye Başkanlığını kazanmıştı.

 İktidar Partisi, vermiş olduğu vaatleri yavaş yavaş yerine getiriyordu. İsmet Sarı, Manastır Tepesi’ne çok büyük ve modern bir mezbaha binası yaptırmıştı. Atatürk Bulvarı üzerinde yeni büyük bir belediye binası projesi ihalesi yapıp Kemalpaşa Caddesi alt yapısı inşaatını başlattı. 1988’e kadar büyük işlere imzasını attı.1988’de İzmir’den Alaçatı’ya gelirken bir trafik kazası geçirdi. Kaza sırasında arabada üç arkadaşı daha vardı. Zeki Kılınç kaza anında hayatını kaybetmiş; Nuran Avcı ile Hüseyin Sarı yaralı, İsmet Sarı ise ağır yaralı olarak olarak hastaneye kaldırılmışlardı. İsmet Sarı bir süre sonra, hastanede hayatını kaybetti.

Alaçatı meclis üyeleri toplanarak, yerel seçimlere kadar, Muzaffer Baskıcı’yı belediye başkanlığına seçmişti.

İki yıl öncesine gidelim. 1986’da, siyasi parti belde teşkilatları kurulmuştu. SODEP ile Halkçı Parti birleşmişti. Yani Aydın Güven Gürkan ile Erdal İnönü birleşmişti. Erdal İnönü, Genel Başkanın Aydın Güven Gürkan olmasını istemişti. 30 Mayıs 1986’ya kadar Aydın Güven GÜRKAN Genel Başkanlık görevini üstlendi ve aynı yıl Genel kurultay yapıldı ve görevi Erdal İNÖNÜ’ye devretti. Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) Genel Başkanı olan Erdal İNÖNÜ, aynı yıl ara şeçimde İzmir Milletvekili seçilerek Parlamento’ya girdi.

 Aynı yıl SHP delege seçimleri yapılıyordu. Alaçatı, üç mahalleydi. 1986’da Belediye Başkanı İsmet Sarı, İmamoğlu Mevkii ve Göbene Mevkii’nde yapılaşma başlatmıştı. Bu iki yeri, İmamoğlu Mevkisini Menderes Mahallesi, Göbene Mevkii’ni de Fevzi Çakmak Mahallesi olarak meclis kararıyla mahalleye dönüştürdü ve böylece Alaçatı, toplamda beş mahalleye erişmiş oldu. 





ZORUNLU EV TATİLİ!

15 Mart 2020 tarihinden bugüne kadar sanki başka bir dünyada yaşıyorum. Sessizlik nefesimi kesmiş, yollar bomboş. Corona Virüs deneniyle yaşamak bir mucizeden öte, sessizliğiyle uğulduyor. 67 yıllık yaşamım boyunca hiç bu kadar evimde istirahat yapmamıştım.

Sabah saat 05:30 da yataktan kalkıyorum. Hemen aşağıdaki odamdaki kitaplarımdan bir tane alıp okumaya başlıyorum.25 sayfa okuduktan sonra televizyonu açıp haber programlarını izliyorum. Ekranlarda bilim insanları sürekli Corona virüsünden bahsediyor. Bilim insanları da kendi aralarında anlaşmazlıklar yaşıyorlar. Biri maske takın diyor, diğeri maskeyi çok sık takmanıza gerek yok diyor. Maskeyi tak diyeni dinliyor, maskemi takıyorum. Diğeri gerek yok dediğinde maskemi çıkarıyorum. Yani maymuna döndük. Maskeyi bir çıkarıyor bir takıyorum. Televizyona kızıp haberleri  kapatıyorum. Biraz hava almak için bahçe kapısını açıp dışarıya temiz hava almaya çıkıyorum.

Kalbimde, yüzümde, sesimde, hatta tırnaklarımın cansız anatomisinde bile sızılı acılar, damar damar bedenimde dolaşıyor. Acaba bu lanet olası Corona Virüs ne zaman dünyayı ve Ülkemizi terk edecek? diye başımı iki elimin arasına alıp düşünmeye başlıyorum.


Her şeyi kendi varoluş felsefesi sayesinde tutmaya çalışan bir zavallı gibi boyumun ölçüsünü alarak bir boşlukta yörüngesiz bir bicimde evimin dört duvar arasında dönmekteyim. Bahçede biraz temiz hava aldıktan sonra Bilgisayarımın başına oturup klavyenin tuşlarına basıp başlıyorum yazmaya. Yazdıkça anılarım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmeye başlıyor. Gözlerim yine sulanmaya başlayınca kitaplığımın üzerindeki şarap şişesine gidiyor. “Bir kadeh kırmızı şarap belki sinirlerim biraz yatıştırır” diyorum.

Şarap şişesini aldığım gibi bir kadeh doldurup, beyaz peyniri nane şekeri boyunda kesiyorum. Neden nane şekeri?Peynirle oynuyorum ki, zaman geçsin.

Yazımı bitirdikten sonra televizyonun başına oturup Netflix’tenbir film seçip izlemeye başlıyorum.Filmi sadece sinemada seyrederdim. Şimdi teknoloji ilerledi,Netflix’ten izleyebiliyoruz. Hayatımda bu kadar çok film izlememiştim sanırım.Rahmetli annem ve büyük annem çocukluğumda anlatırlardı kolera günlerini... Ne çektiklerini onlarda atalarında dinlediklerini bizlerle o günleri paylaşırlardı. Bizim de çocuklarımız gelecek kuşaklarla bu günleri anlatarak anılarını paylaşacaklardır. En yakın tarihte sağlıklı günlerde görüşmek dileklerimle…


Ha unutmadan, ne diyorduk?#Evdekal#Sağlıklakal


SİYASİ YAŞAMIM (8)

12 Eylül 1980 darbesinden sonra siyasi partiler kapatılmıştı Cumhuriyet Halk Pastisi’nin devamı olarak SODEP kurulmuştu. Erdal İnönü, Kenan Evren tarafından veto edilince yerine Kurucu Genel Başkanlık’a Cezmi Kartay getirildi. Erdal İnönü’nün vetosu kalkınca tekrar Genel Başkan oldu. Çeşme’de ilçe teşkilatları kuruluyordu. Çeşme İlçe Başkanı, aynı zamanda da Kurucu Başkan, Şakir Karadede oldu.

Alaçatı’dan Süleyman Akkaya, Hüseyin Ayyılmaz, yönetim kuruluna atanmışlardı. Bir akşam Şakir Karadede, Süleyman Akkaya, Hüseyin Ayyılmaz Alaçatı’ya ziyarete geldiler. Ellerinde Üye Kayıt Formu ve aidat makbuzuyla birlikte, Hakkı Akbaykal’ın Martı Restoran’ında üye kaydı yapıyorlardı. Hüseyin Ayyılmaz’la bana haber verdiler, Martı Restoran’da SODEP’e  üye oldum Cumhuriyet Halk Partisinin devamı olarak. 

Seçimlerde Kenan Evren, Turgut Sunalp’ın Horoz Partisi’ni (MDP) her gittiği ilde açık açık destekliyordu. Genel seçimlerde Kenan Evren,  Erdal İnönü’yü veto ettiğinden Erdal İnönü’nün kurmuş olduğu SODEP seçimlere katılamadı. Türkiye, seçimini Turgut Özal’dan yana kullanarak onu iktidar yaptı.

1984 yerel seçimlerinde Türkiye genelinde ANAP %40, SODEP %20’nin üstünde oy almıştı. Alaçatı, yerel seçime, SODEP adayı Erol Artun,  Anavatan Partisi adayı Mehmet Yıldız, Milliyetçi Demokrasi Parti adayı, Nazım Aydoğdu  ile girmişti. Seçimi, Nazım Aydoğdu kazanmıştı.

Nazım Aydoğdu çok hareketli  ve heyecanlı bir kişiliğe sahipti. Seçim çalışmalarını insan ve ekonomi odaklı yürütüyordu. Kendinden emin adımlar atarak seçmenleri kendine inandırmıştı. Doğru politikalar izleyerek seçimi kazanmayı bildi.
Belediyenin kapıları arkasına kadar açıktı. Kutlamaya gelen seçmenleri güler yüzle karşılıyor ve aynı zamanda da Alaçatı’yı kalkındırmak için gece gündüz çalışıyordu.

Bir yıl kadar sonra belediyeye araç almak için Almanya’ya gitmişti. Dönüş yolunda Bulgaristan’da trafik kazası geçirdi. Nazım Aydogdu’yu ve bir arkadaşını kaybettik. Belediye Meclis Üyesi Yalçın Güral ve arkadaşı  Kanco Ahmet (Zorlu) kazadan sağ kurtulmuştu.

Nazım Aydoğdu, halkını çok seven biriydi. Bu sevgisi karşılıksız da değildi. Cenaze töreni, Alaçatı tarihinin en kalabalık cenaze törenlerinden biriydi diyebilirim.



FESTİVALSİZ NİSAN


Gelinciklerin kızardığı, papatyaların ağardığı, otların yeşerdiği, doğanın şenlendiği bu ilkbaharda 11.si 9-12 Nisan 2020 tarihlerinde Alaçatılı kadınlar ve erkekler, çoluk çocuk hep birlikte kimi doğanın güzelliklerini seyredecekken kimisi de doğadan topladıkları otlarla yarışma imkânı bulacaklardı. Bir kısmı Ot Aşı Yemeği, bazısı da “En çok Otu Toplayan” olmak için yarışacaklardı... Alaçatı’nın mis gibi yemek kokan sokaklarına misafirler kendilerini teslim edeceklerdi...

Ne de güzel bir hikâyesi vardı hâlbuki önceki yıllardan akıllarda kalan;

“Rüzgâr tanrısı önce denizi okşadı sonra sokuldu sahile…
Hafifçe dokundu toprağa…
Toprak yavaşça irkildi
rüzgâr tanrısının esintisiyle…
O esintiyle birden başladı dans etmeye al yanaklı kız.
Uzun siyah saçlarını
savurdu rüzgâra, toprağa.
Al yanaklı kızın sevgisi,
rüzgâr tanrısının ahengiyle
toprak kapladı
kendini birbirinden farklı,
birbirinden güzel otlarla…
İşte o otlardır
yüzyılların öyküsünü
günümüze kadar taşıyan,
besleyen, büyüten…”

Rüzgârına tutunup Alaçatı’ya gelenler doğanın en güzel otlarına dalıp giderlerdi! Sonra, Alaçatı’nın taş evlerinin önünden geçerken dantellerin arasından yayılan o güzel kokuya teslim ederler kendilerini... Efsaneye göre Alaçatı doğasında 1001 çeşit ot yetişirmiş.


“En fazla otu kim toplayacak?”
Gelecek kuşaklara doğadaki ot çeşitlerini tanıtmak! Bunu başarmanın sırrı; çok fazla çalışıp, doğayla kucaklaşmak ve yaban otlarını tanımaktan geçiyor. Alaçatı ot yemekleri yarışmasından geçiyor... Dünyada birçok kişi fast-food ile beslenmeyi tercih ederken, Alaçatı Ot Yemekleri yarışmasının bir amacı da, zeytinyağlı ot yemeklerinin ne kadar sağlıklı olduğunu halkımıza anlatmak. Bu yıl “ALAÇATI OT FESTİVALİ”11.’si 9-12 Nisan’da Alaçatı sokakları yemyeşil ot ovası gibi olacaktı. Çocukluğumda bahçemizde çalışırken sınırlarda yetişen ısırgan otlarını temizlerken parmaklarım ve bacaklarımı ısırgan otları ısırır bütün derim kaşıntıdan kabarırdı. Hem de saatlerce acısı geçmezdi.


Annem bana “ısırganların tazelerinden bir kenara ayır akşama çalkama yemeği yapar ısırganları da içine doğrarız çok lezzetli olur hem de sağlığımıza iyi gelir” derdi. Son yıllarda eşim de her hafta pazardan muhakkak ısırgan otu alır. Isırgan otlu börek, Isırgan çorbası, Isırgan çayı, ekşi mayalı ısırganlı ekmek, ısırgan pilavı yapar…



Isırgan otunun faydaları saymakla bitmezmiş; soğuk algınlığına, öksürüğe, egzama, bahar nezlesi, böbrek ve mesane hastalığına, saç sorununa, iyi geliyormuş.

Hareketlilik esnafımızın yüzünü güldürecekti ama maalesef Bu yıl 11. Alaçatı Ot Festivali dünyada ve ülkemizde yaşanan Corona
Virüs Hastalığı (COVID-19) nedeniyle iptal edildi. Tabiî ki her işin başı sağlık…

Sağlıklı günler de buluşmak dileğiyle, #evdekalın sağlıkla kalın!

 

SİYASİ YAŞAMIM (7)



1980 İhtilalinden hemen sonra siyasi partiler kapatıldı. Parti genel başkanları göz altına alındılar. Siyasi parti liderleri Uzunada Hamza Koyu'nda ve daha sonra Çanakkale Zincirbozan’da tutuklulukları devam ediyordu.


                                      
Bir zaman sonra siyasi partiler kurulmaya başlamıştı. Anavatan Partisi’nin logosu Türkiye Haritası petek olarak işlenmiş ve üzerinde bir arı vardı. Genel Başkanı Turgut Özal'dı. Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin logosu bir horozdu ve Genel Başkanı Emekli Orgeneral Turgut Sunalp, Halkçı Parti Genel Başkanı Emekli Vali, Necdet Calp idi ve logosu Güneş idi.






ALAÇATI’DA İLKBAHAR!

Mart ayının ilk haftasında son cemre de düştü. Cemreler baharın müjdecileridir. Son cemrenin düşmesi, toprağın ısındığı anlamına geliyor. Çocukluğumda bahar ayı gelince içimde bir sevinç doğardı. Doğaya çıkar, ovaları gezerdim. Ovalarda yabani nergisler, tarla kıyılarında köpüşkenler, ısırgan otları, ebegümeçleri... Doğayı hem seyreder hem de elimdeki sepete onları toplayıp, eve anneme getirirdim.

Annem de nergis çiçeklerini görünce sevinir, onları elimden aldığı gibi solmasın diye vazoya koyardı. Evimizin odaları günlerce mis gibi nergis kokardı. Hele Hurmalı Ovası bir muhteşemdi. Sabahları erkenden kalkar, mis gibi toprak kokusu eşliğinde eski mezarlığın yanındaki bahçemize giderdik. Bahçemize tütün fidanı dikmek için çift sürüp, sonra tütün fidanı ocaklarını hazırlardık. Fidan ocaklarını hazırlamak meşakatlı bir iştir çok emek ister. Fidan ocaklarını hazırladıktan sonra tütün tohumlarını bir tülbentte ıslatır, tohumlar kabarsın diye onları birkaç saat bekletirdik.

Tütün ocaklarının üzerinde toprağı önce kalın bir tokmakla döver, sonra ayaklarımızla sıra sıra ocağın üstünü çiğnerdik. Toprak sertleşip düzelttikten sonra tütün fidanını kül ile karıştırıp ocağın üstüne eker sonra da hayvan gübresiyle örtüp ardından da sulardık. Bu işlem bittikten sonra her gün sabah akşam tütün fideleri büyüyünceye kadar sulanırdı.

Tütün ocaklarının kıyılarına marul fidanı dikmek adettendir. Fidanları sularken marullarda sulanmış oluyordu.
Hurmalı ovasının dereleri mayıs sonlarına kadar akardı. Kış aylarında hurmalı derelerinden tarlalarımıza gidemezdik. Bütün dereler doluydu yağmur suları hurmalı derelerinden doğru Agrilya limanına akardı.

Bahar gelince tarlalar tavlanmaya başlar, toprak ana “Ben hazırım. Beni artık işleyebilirsin” der. Tarlaya gidebilmek için Hurmalı deresini kullanmak lazım. Dere kıyılarında sular var, suların içinde yeşil kurbağalar vırak vırak diye bağırır. Su kaplumbağaları suyun üzerinden kafalarını çıkarmış, sanki sana merhaba der gibi seni izler. Tarlalar tavlanmadan önce tarla sınırlarında veya yol kenarlarında ebegümeci, turp otu, çengel dikenleri boyumuz kadar olurdu.

Onlara basmaya kıyamazdık hepsi birer canlıydı çünkü. Hurmalı ovasının doğu tarafına baktığınız zaman Maşatlık Tepesi’ni görürsünüz. Maşatlık Tepesinde kara taşlarla örülmüş Ortodoks Mezarlığı vardır. Bu mezarlık sanki size bir şeyler anlatır gibidir. Dağın bitki örtüsü karşıdan güneşin doğmasıyla beraber dağ sanki ayrı bir renge bürünür. Püren çalıları, kekik, adaçayı kokuları imbat rüzgârıyla Hurmalı ovasını kaplar. Alaçatı Hurmalı Ovası’nın bereketli toprağı deniz gibi dalgalanır, deniz gibi köpürür. Hurmalı ve Liman Ovası; Ege Denizi gibi mavi Ege Denizi kadar parlaktır.

Hurmalı ovasında yağmurlar kesilir kesilmez bahar aylarında ova ağzına kadar bitkiyle, çiçekle, rengârenk kelebekler, bal arıları, yaban arılar, kuşlar kaplar. Tütün dikimi geldiği zaman Mayıs ayında Hurmalı Ovası’nda tütün dikerken tarlamızda bulunan incir ve karadut ağaçlarındaki karga, serçe, kumru sesi sanki bir orkestraymış gibi müzik dinletisi sunarlardı bize. Ovanın sakinliğinden Alaçatı’daki horozların sesi, tavukların gıdaklamalarını, köpeklerin havlamasını ovada tütün dikerken dinlerdik.
Ne güzel günlerdi o günler, saf ve temiz duygular. Sebzelerin organik olduğu, ne olduğunu bilmediğimiz fast foodların hayatımızda olmadığı yıllar...
Kalın sağlıcakla..


SİYASİ YAŞAMIM ( 6 )


Atatürk Bulvarı ve Uğur Mumcu Caddesi’nin istimlaklarını yaptı, Alaçatı merkezindeki dar sokakların rahatlaması için de birçok çalışması vardı. Ege Bölgesi’nde ilk defa Tanzim Satış Mağazası’nın açılması, Çark Plajı’na halkın uygun fiyatlara çay ve meşrubat  içebilmesi için cafe ve rahat edebilmeleri için de tuvalet ile soyunma kabinleri yaptırmıştı. Limanda balıkçılar için barınak inşaatının başlaması hep onun eseridir. 12 Eylül 1980’de askeri darbe olunca demokrasimiz askıya alındı. 12 Eylül günü sokağa çıkma yasağı başlamıştı. Siyah-beyaz televizyonlarımızda dört general basın açıklaması yapıyorlar.


 Bir numaralı, iki numaralı derken sayıları çok olan bildirilerini aralıksız açıklıyorlardı. Belediye Başkanı Abdurrahman Ağabey’imizi gözaltına almışlar, kendisine bir türlü ulaşamıyorduk. Narlıdere Ege Ordu Komutanlığı’nda birkaç gün gözaltında soruşturması yapıldıktan sonra serbest bırakıldılar. Birkaç ay geçtikten sonra, Yarımada Sıkıyönetim Komutanı Albay Faik Tütüncüoğlu’nun Çeşme’nin yerlisi olduğunu öğrenmiştik. 1980 İhtilali’nden hemen sonra belediye başkanlığı görevine, Çeşme Kaymakamı Özel Kalem Müdürü Ercüment Akpınar atanmıştı. Daha sonra Ercüment Bey görevden alınıp yerine Belediye Muhasebe Müdürü Bekir Yalçın, Alaçatı belediye başkanlığını görevine geldi. Bekir Bey iki yıl boyunca, Abdurrahman Ağabey’in yarım bıraktığı işleri tamamladı. Bekir Yalçın’ı, Alaçatı Belediyesi’ne 1978’de Abdurrahman Ağabey almıştı. Bekir Yalçın da görevden alınıp yerine Albay Recep Uğur Alaçatı Belediye Başkanlığına getirildi. Recep Uğur Albay, Ilıca’da ikamet eden Mustafa Bahçeli’nin damadı idi. Recep Albay, Alaçatı sokaklarında, yanında iki zabıta, onlara elleriyle işaret ederek talimatlar yağdırıyor, halkla pek muhatap olmuyordu. Çok nadir Bekir Bey ve İmar Müdürü Nilgün Çiçek, belediye başkan vekili olarak görevlerini yerine getirdiler.
Alaçatı sakin günlerini yaşıyordu. Kimse siyaset konuşmuyor; herkes kendi işinde gücünde çalışıyordu. Gençler, akşam olunca kahvelerde veya Altın Yunus gibi birkaç otelde vakit geçiriyorlardı. 1974’te Altın Yunus Oteli’nin açılması,  Alaçatılılar için mükemmel bir iş kapısı geçim kaynağı oldu. Altın Yunus Oteli, bahçe işlerinde çalıştırmak üzere çok sayıda orta yaş ve üzeri insanımıza kapılarını açtı. Gençlerimiz de yönetim, restoran, bar, mutfak gibi bölümlerde kendilerine iş buldular. Birçok başarılı gencimiz otel müdürlüğüne kadar yükseldi.

12 Eylül İhtilali’ni yapan generaller, ülkenin her köşesine giderek ihtilalin gerekçelerini ve hazırladıkları anayasayı halka anlatıyorlardı.

Halkın büyük bir kesimi 12 Eylül’ü destekliyordu. 1982 Anayasası, 7 Kasım 1982’deki halk oylaması ile kabul edildi. Sonuçlar da aynısını söylüyordu:

EVET   : %91,37 (17.215.559 seçmen)
HAYIR : %8,63  (1.626.431 seçmen)

YAŞANMIŞ ANILAR!

YAŞANMIŞ ANILAR!  Bir köy çocuğu olarak geldim dünyaya. Bir yılkı atı kıvamında büyüdük yetiştik, türlü badireleri geçerek. Bu zamana gelinc...